Karşı apartmanın iki ayrı katından aynı anda iki ışık yandı, aynı anda aynı odaya giren iki farklı komşu küçük bir ihtimal dahilinde aynı düğmeye basmıştı. Birbirinden habersiz şekilde aynı anda sönmedi tabii ışıklar. Bazı pencereler açık ve dışarıya savrulan tül perdeler hiçbir şeyi toparlamaya yetmemişti. Balkondaki bilgisayarda bilmem kaçıncı kez izlenilen film 42. dakikasında durdurulmuş, yerini bir şarkıya bırakmıştı. Artık içkiyi bırakmak lazım dedi şarkı nakarat kısmına henüz gelmeden, yerine ne koyacağız peki diye geçirdi tabii içinden. Önceki günü hatırladı, haftanın son iş gününde düzenli olarak gittiği tekel bayisindeki adamın "Biraya biraz daha zam gelecek abi, istersen bu defa daha fazla al." diye devam eden cümlesine "Bunlar bizim karaciğerimizi bu kadar düşünüyor olamazlar." dedi. Aslında adamın birkaç küfür eşliğinde mevcut düzene karşı yapılan eleştirileri keyifle dinleyeceğini biliyordu ama kapının önünde bekleyen arabanın içindeki arkadaşlarının kendisini eve bırakmak için daha fazla beklemeyeceklerini daha iyi biliyordu. Gün battıktan ve akşam yemeğini birkaç sokak ötede yaşayan annesinin evinde yedikten sonra balkon masasındaki yerini almıştı. Sonuçta mesai bitmiş, gömleklerden sıyrılmış, yüzündeki sakal uzamaya başlamıştı. Yaşanan ve yaşamı oldukça zorlayan bu sıcaklığı şehirdeki son peygamberi ateşe atan halka bağladı, ne gerek vardı lan peygamberi ateşe atmaya derken birasını yudumladı. Çerez tabağındaki sarı leblebiler azaldı, dolapta başka bir şehirden gelen Süryani şarabının olması bazı olayları farklı yerlere sürükledi. Akşamlar kısaldı. Bu şehrin yerlisi zaten ben değilim dedi gece yarısı klozete kafasını sokmuş şekilde kusarken. Bir cumartesi sabahı içkiyi bıraktı.