Kendi içimde boğulmuşum. Kendi kendime, üstüme kalın yorganlar çekip etten tabutuma gömülüp durmuşum. Ani bir korku sarıyor içimi; öyle şiddetli, tüm anlar ve saatler susmaya ant içmiş iken tarifsiz bir huzursuzluk tüm vücudumu kaplıyor şimdi. Her zerremde varlığını hissettiren, acımasız, kirli. Sanki geçmiş günlerimin tüm kahkahalarından intikam alır gibi. Yeter bu kadar güldüğün deyip ansızın vuran bir tokat gibi. Belki de olması gereken akışın içindeyimdir hayatın. Fakat o kadar kolay sıyrılıp çıkamıyorum işin içinden. Zihnimin ürettiği aptal senaryolar çarkı dönüp duruyor aynı ritimle. Bir tek kalemim şahit oluyor tüm bu yaşananlara. Zaman ve mekan durmadan değişiyor. Az önceki ben, ben değilim. Düşüncelerim ve duygularım da aynı rüzgarla savrulup gidiyor. Aynı geminin içinde alabora olmuş hisler ve toparlanmak bir hayli güç geliyor. Değişen benin içinde, yine aynı hücumla yeniden değişip bambaşka bir ben olacağımı biliyorum. Birazdan dünyanın en mutlu insanlarından biri olacağım belki, silinecek umutsuzluk kırıntıları teker teker bedenimden. Bir kuş gibi hafiflediğim o eşsiz dakikalara geri döneceğim. Ve tüm bunları en nihayetinde yine ben yapmış olacağım kendime. Yalnız ben, yalnız ben karar verebilirim bu hayatı kendime zehir edip etmeyeceğime. Ben seçebilirim güllerle donatmayı bahçemi. Gülmeyi ve sevmeyi bir hevesle. Çünkü gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun Mevlana’nın deyimiyle.

Belki de o kadar fazla takmamak gerek.