çekişmeli bir yılı ardımızda bırakacağımız son yirmi üç saat, elli yedi dakikamız var; sonrası iki bin yirmi bir işte... ya daha çok musibetlere şahit olacağımız ya da yarabbi şükür diyeceğimiz bir yıla merhaba diyeceğiz. elbette ki yaşadığımız tofanlarla (belalarla) dolu bir yazı olmayacak ama hisli şeyler okuyacağınız kesin...


yirmi üç saat, kırk altı dakikayı geride bırakmadan evvel yaşadım hisli şeyleri... olmaz aslında etkisi bende o hisli şeylerin ama gelin görün ki hem pomme'ye hem de ona geç rastlamama sebep olan zamanın ayıbı olsa gerek... eminim ki bu satırları bir gün okuyan annem, "on sekizlik dünyanda neyin geç kalmışlığı bu?" diye ufaktan ayar verirdi. neyse konumuza dönelim; hisli şeyler... malum, devir teknolojinin büyüsüne kapılmış giderken pomme'den "ceux qui rêvent"i dinlerken şarkıyı beğenenin, hisli şeyler duyduğunuz kişiyle aynı kişi olması bir an için sizi hisli biri yapıveriyor. ne yapalım canım, nazım hikmet'in senelerine lütfedilmedik ki, "gözlerine bakarken/ güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma/ bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde/ kayboluyorum." dizelerinde hisleşelim. yirmi birinci yüzyılın girdabında pomme'ye rastlayıp hem de his duyduğun kişiye rast gelmek, nazım'ın dizeleri kadar hisli şeyler...


ceux qui rêvent şarkısındaki "ay; acı bir meyve gibi/ hayat kronik bir hastalık gibi/ hayal kurabilenler çok şanslı." dizeleri de hisli şeyler... ya ileride bu dizeleri birlikte keyifle okuyabildiğim hisli şeyler ya da başkasıyla beraberken sadece ona duyduğum hisli şeylerle kendimi pomme'nin "hayal kurabilenler çok şanslı." dizesinde bulacağım. o zamana dek hayal kurabilen şanslı biri olmak istiyorum.