Epey gürültülü bir gecenin sonuna yaklaşırken ellerini yüzüne kapamış hâlde durmadan akan gözyaşlarını siliyor ve içinden kendini düşünüyordu Kolya. Kendini düşünmek ızdırap veriyorsa da bundan iyisini yapamıyordu. O gece intihar etmeyi yine düşündü. Şehirdeki milyonlarca kişinin aynı saatte aynı intihar fikrini düşündüğünü hissedebiliyordu. Bir farklılık yapıp bu klişeden kurtulmak adına mutlu olmayı denese bile bunun en fazla otuz dakika süreceğini bildiğinden bu düşünceden de vazgeçti.
Ağlaması bitince biraz rahatlamak için radyoyu açtı. Saatin epey geçtiğinin farkındaydı ama umursamadı. Bir filmden bahsediyorlardı radyoda. Adı Melancholia, Danimarkalı bir yönetmen tarafından çekilmiş. Kendi ismine çok benzer olduğunu düşündü. Kanalları gezdi hızlıca. Gündüz haberlerinden özetleri dinledi. Bir kedi evden kaçmış, çiftçinin hayvanları telef olmuş, bir kadın çantasını kaptırmış, kış kendini hepten geciktirmiş ve Anadolu'da bir yerlerde çok şiddetli deprem olmuş. Hiçbirini umursamadı. Sürekli olan şeyler diye düşündü. İyice yorulduğundan radyoyu kapatıp yatağa attı kendini. Yatak hiç gıcırdamadı ve sessizce uykuya daldı.
Sabahleyin karnını doyurmak için bir şeyler hazırladı. Televizyonu açtı ve son dakika haberlerine baktı. Dün gece radyodan dinlediği depremin dördüncü haftasındaki durumu aktarılıyordu. Alttaki dikkat çekici kırmızı bandın üzerinde beyaz göz alıcı harflerle "CAN KAYBI: ... " yazdığını gördü. Buradaki sayıyı gördüğü vakit ağlaması gerektiğini biliyordu ancak ağlamaya çalıştıysa bile hiç gözyaşı gelmedi. Duygularının içinden çekildiğini biliyordu. Onların artık çok uzaklarda olduğunu, içinin tümüyle boşaldığını ve herhangi bir duygunun artık kendisinde bulunmadığını düşünüyordu. Öfke bile duyamıyordu olanlara karşı. Ellerini sıkıp vuramıyordu bir yere, hiçbir şeyi kıramıyordu. Tümüyle bir çaresizlik ve hissizlik eşliğinde hayatta kalmaya devam ediyordu sanki. Her gün bir şeyler yiyip vakit geçirdikten sonra tekrar uyuyup uyanarak sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Belki son duygularını da dün geceki gözyaşlarıyla birlikte babası için tüketmişti. Yedi ay öncesinde kaybettiği babası için son kez ağlamış olduğunu anladı. Artık ağlamak istese bile bunun mümkün olmayacağına inanıyordu.
O gün iş yerine gitmekten vazgeçti. Patronun arayıp sorması umurunda değildi. Yapılması gereken saçma ve anlamsız görevleri ertelemekten zarar gelmezdi çünkü hepsi nihayetinde önemsizdi. Kendisi, babası, toplu taşımalar, aptal arabalar, kokuşmuş şehirler ve üstten bakmayı bile beceremeyen içi kof yöneticiler sonunda önemsiz ve değersizdi. Tümü ölmeyi bekleyen kayıp kişiliklerin kayıp duygularının sonucunda meydana gelmişti ve öyle de sona erecekti. Kayıp vakaydı tüm ülke. Duyguları mecburi bir kararlılıkla alınmıştı onlardan. Kerpetenle içlerinden çekilmişti. Dağlara ve ovalara uçurulmuştu sevgileri, öfkeleri, gülmeleri ve ağlamaları. Hissettikleri şeyler yoktu artık. His bitmişti. His kayıptı.
Kolya tüm bunları düşündü olan aklınca. Düşünmekten başka bir şey kalmadığını fark etti çünkü. Kimseyi sevemez ve kimseyle bağ kuramazdı. Uzun zamandır yaptıklarının şimdi daha da keskinleşmesine göz yummaktan başka çaresi yoktu. Buna katlandı ve kabul etti olanları.
Nihayetinde bir robot gibi yaşıyor ve metro istasyonlarında bir robot gibi tekdüze yüz ifadesiyle yürüyüp yalnızca hedefine ulaşmayı bekliyordu. Hiçbir his barındırmayan bu suret çevresindekilerle gayet iyi anlaşıyor sanki hepsinin beklediği buymuşçasına kimse bu hâlinden şikayetçi olmuyordu. Artık eskisi gibi tren yolculuklarında gördüğü çocuklarla konuşmuyor ve onlarla delicesine gülüşmüyordu. Kedileri sevmiyor, yaşlılarla selamlaşmıyor ve müzisyenlere tebrik eden sevimli gözlerle bakmıyordu. Katı bakıyordu artık yüzleri. Kaç tane yüzü varsa hepsi aynıydı, değişmiyordu. Mimikler buharlaşmış ve ifadeler tekdüzeleşmişti. Kolya hepsini anlıyordu, hepsinin içini görüyordu aslında. Eskiden sıcak bir kırmızıyla dolup taşan gövdelerin içinin şimdi katran siyahlarıyla dolduğunu açıkça izleyebiliyordu.
Gününü hiçbir şey hissetmeden geçirdi. Hissizleşmiş bir beden ve onu yürüten katı zihniyle beraber haftaları bitirdi. Her günün aynı olaylarla geçtiği bu robotik dünyada yeniden isminin anlamını düşündü. Bir zamanlar yaşamakta olan babasının kendisine neden böyle bir isimle hitap ettiğine anlam verememiş belki de bunu hissedecek bilgeliğe hiç sahip olamamıştı. Ancak duygusuz geçen onca zamanın ardından o geceki radyoda dinlediği film geldi aklına. Melancholia. Artık gerçek ismini bile unutmuş olan Kolya filmi izlemeye karar verdi.
Film bittiğinde içinden ağladı. Gözlerinin arkası kuruydu hâlâ. Aklına babası, babasının çaresizliği ve son anlarında ne hissettiği gelmişti. Kazadan sonraki gecede çektiği acılarını, o anda canının ne istediğini ve ters giden ameliyatın sonunda ölüme kavuşurken en son neyi veya kimi düşündüğünü anlamaya çalıştı. Biricik kızını istemiş miydi yanında, yaşamak istemiş miydi daha çok, hayal kırıklığı hissetmiş miydi, yolun sonunun bu kadar erken gelmesine gücenmiş miydi yoksa öfkeli miydi tüm olanlara ve o da içinden ağlıyor muydu?
Tüm bunların cevabını hiçbir zaman alamayacak olması acı vericiydi ancak bu acıyı bile hissedemiyordu. Bunun çok zavallıca bir durum olduğunu fark etti. Sonra düşüncelerini bir kenara bırakıp uyumayı denedi.
Ertesi gün işe gitti. Patronun donuk gözlerinde yaptığı hatanın yansımasını gördü. Aylardır işe gitmemenin maliyetini anlatıyordu gözler. Bağırıp çağırmıyordu, küfretmiyordu veya acınası bakmıyordu. Bunları görmek istedi ancak karşılaştığı tek şey hissizliğin gösterisiydi. Bunun zihninde katlanılmaz bir acıya sebep olduğuna inanmaya başlıyordu. Belki bir duyguya tanıklık etmesi ve bir şey hissetmesi gerekiyordu. Ya kendisinden ya da çevresinden bir tepki bekliyordu. Ama bir yandan da yeni normalin bu olacağına dair görüleri ona yaşamın belki de artık bittiğini fısıldıyordu.
Tekrar intihar etmeyi düşündü. Ama yapamadı. Buna engel olan şeyin ne olduğunu bir türlü çözememiş olması yüzünden sinirlenmek istiyordu ama nafile. Bir insanın böyle yaşayamayacağına inandı. Mutlaka duyguların geri gelmesi gerekiyordu ve yeniden bir şeyler hissedip yaşama dönmek istiyordu. Kendine üç ay süre tanıdı. Eğer her şey bu hâliyle devam ederse nihayetinde tek seçeneği olan intiharı gerçekleştirecek ve tüm bunlara bir son verecekti. Onun bu düşüncesine göre geçerli tek yol buradan geçiyordu. Varlığını sonlandırmak ve hiç yaşamamış gibi olmak istiyordu.
O gün aldığı karardan sonra her zamanki işlerini yapmaya devam etti. Sokaktan geçen insanları dinlemek istediği zamanlarda onların sıradan sohbetlerine kulak kesiliyor ve duygunun olmadığı bu yeni düzende neler konuştuklarını öğrenmeye çalışıyordu. Konuşulanlar hep aynıydı. Belki de sandığı kadar bir değişim yoktu toplumda. Tüm bu olanları sindirmesi kolay değildi. Yaşama tutunmak imkansızdı hâlâ. Hiçbir motivasyonu yoktu uzun zamandır. İnsanlar bir şekilde yaşamaya devam ediyor, onların gerçekte ne istediklerini bilemiyor fakat yine de intihar etmediklerini gördüğünde hâlâ geçerli sebepleri olduğuna kanaat getiriyordu. Birinden şu lafları işitmişti, tanrı artık acı çekmeyelim diye bir sabah tüm duygularımızı elimizden almıştı. Belki de olay sadece bununla ilgiliydi.
Aradan yaklaşık üç ay geçtikten sonra herhangi bir günde sıradan hâliyle oturuyordu K. Artık zamanın gelmiş olduğunu düşünüyordu. Zihninde intihar planını tümüyle hazırlamıştı. İlkin buzdolabını pencerenin önüne doğru ilerletecek, marketten aldığı epey sağlam olan urganı buzdolabının buzluk kısmının içinden tüm çevresini saracak şekilde bağlayacak ve arkada bir düğümle ipi kilitleyecekti. Ardından buzdolabını pencereye dik bakacak şekilde yere indirecek ve onu da duvarın en dibine itecekti ki hem dolabın ağırlığı hem de duvara bitişik olması sebebiyle aşağı atladığı vakit boynunu tutan ip en güçlü çekme kuvvetini uygulayabilsin. Nihayetinde geriye yapacak tek şeyi kalıyordu, son sözlerini edip sessizce ve duygusuz bir biçimde bu dünyadan ayrılmak.
Tüm bu plana rağmen biraz sonra gerçekleşecek olanları bilseydi ve eskisi gibi hisleri kayıp durumda olmasaydı yaşayacakları karşısında müthiş bir kahkaha atar, kendiyle ölesiye dalga geçerdi. Sonra içine düştüğü bu trajik hâle ağlayıp sızlayarak kaderini beklemeye koyulurdu çaresizce.
Olayların başlangıcı akşam vaktine denk gelmişti. Dolabı yerine yerleştirdikten ve boynuna ipi bağlayıp pencereye çıktıktan sonra bir süre önünde yükselen şehri izlemiş ve içinden küfürler etmek gelmişti. Bir gün bu şehrin dümdüz olacağına olan inancı ve hisleri, isminde gizlenen melankoliyi şimdi yeniden açığa çıkarıyor içten içe onu ölüme doğru çekiyordu. Babasının ona bu şekilde seslenmekte haklı olduğunu anlıyor ve belki de yavaş yavaş önceki yaşamına dair duygularının kırıntılarını yeniden hissetmeye başladığını fark ediyordu. Birazdan ölecek olduğunu bildiği içindi tüm bu nostalji. Babasını son kez düşünüyor, onu derinden hissetmeye çalışıyor ve işe yaramadığını bilse dahi zihnini bu şekilde kandırmaya yelteniyordu.
Tüm bu kederli alanda biraz sonra çok şiddetli bir gürültüyle aniden sarsıldı K. Dengesi bozuldu ve düşecek gibi oldu. Tam o sırada içinde bir ürperti oluştu. Hislerinin gerçekten geri geldiğini sandı bir anlığına. Sonra yeniden bir vuruş geldi alttan. Çok güçlü bir itmeydi bu. Neredeyse pencerenin tavanına vuracaktı kafasını. Vuruşlar bitmedi, üç tanesi daha takip etti öncekini ama bunlar daha hafifti. O sırada dengesini sağlama almış hâlde dışarıdakileri izliyordu. Deprem diye bağırıyordu biri. Sonra bir başkası başladı deprem depreem diye. Çok geçmeden sallanmaya başladı üzerinde durduğu bina. Buzdolabı yere vurarak ses çıkarıyor ama yerinden çok uzaklaşmıyordu.
K ise elleriyle iki tarafa tutundu sıkıca. İçi endişeyle doldu. Sonra endişe korkuya dönüşüp şiddetli bir şekilde bastırdı zihnine. Sallantı gitgide yükseldi. Çöken binalar gördü o sırada, tozlar yükseldi ve bağırmalar duydu aşağıda.
Sokağın içi korkuyla dolmuştu. K hepsini o anda içine çekip hissetti eskiden gelen duyguları. Sallantı artık gücünün zirvesine ulaştığında binanın bir ileri bir geri gittiğini hissetti. Elleri pencereyi tutamıyordu artık. Yolun sonuna gerçekten de geldiğini gördü. Son kez ismini hatırladı, hiç kullanmadığı ismi: Hülya'ydı. Bir tarafı Hülya bir tarafı Melankolya, ikisi arasında bir tarafa çekilmişti. Birileri, bir şeyler, bir zaman, bir yer onu engellemiş ve yaşamasına izin vermemişti. Bunun gerçekte ne olduğunu bilse de artık düşünmeye değmezdi. Şehir yıkılacak, insanlar ölecek ve duyguları da onlarla birlikte kaybolacaktı yeniden. Geri gelmeye çalışsa da hisleri, yeniden bir şeyler onu geri çekecek ve tekrar tekrar yitip gideceklerdi. Hislerin kaybolması yeni şehirlerin ve yeni insanların kaybolmasına sebep olacaktı. Katı yetişmiş zihinler umudun kırıntılarını hissettiği her anda yeniden boşluğa düşecek ve ezilip büzülerek sonsuz buhranın içinde kaybolacaktı. Ve Kolya artık kalıcı olan ismiyle pencerede ipi boğazına geçirmiş milyonlarca insan gibi ölümü beklerken, yavaş yavaş hissettiği boşlukta kaybolmuş saf duygularının artık işlevsiz hâle geleceğini derin bir iç sıkıntısıyla kabullenecekti.