Bu yıl aramızdan bedenen ayrılışının 85. yılını andığımız Ulu Önder Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere bıraktığı sayısız eserden birisi olan Gençliğe Hitabe'nin derin anlamlarını anlamak her Türk gencinin en önemli görevlerinden biridir. Buna istinaden bu çözümleme yazısında Ulu Ata'nın vasiyetini inceleyecek ve anlama gayretine gireceğiz.

O gerçek anlamda bir bilgi havuzuydu fakat belki içinde bulunduğu konjonktür gereği belki de sahip olduğu geniş vizyon sebebiyle tarih ve coğrafya alanında gerçek anlamda yüksek bir bilgi seviyesinde olduğunu gerek hatıratlarda gerekse onun uygulamalarında görebiliyoruz. Bu çerçevede gençliğe hitabenin aslında bizlere Ulu Önder'imiz tarafından verilen, Türk milletinin binlerce yıllık serüveninde yaşadığı olaylardan çıkarılması gereken bir ders özeti olduğunu söylemek mümkün. Bu iddialı bir yargı olarak görünse de inceleyeceğimiz örneklerle bu yargının daha da sağlam temellere oturacağını düşünüyorum.

İlk olarak Gençliğe Hitabe'nin ilk iki cümlesiyle başlayabiliriz: “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.” Tarih kitabımızın ortalarına kadar gittiğimizde istiklalin bizim için önemini gözler önüne seren, hemen hepimizin Kür Şad İhtilali adıyla bildiği o destansı hikâyeyle karşılaşıyoruz. Hikâyeye göre I. Göktürk Devleti -nasılını ve niçinini yazının ilerleyen bölümünde inceleyeceğiz- yıkılmış ve hanedanın büyük bölümü Çin Sarayı'nda esir edilmiştir. Halk Çin egemenliğine girmiş, köleleştirilmiştir. Bu vaziyet içinde Çin kaynaklarında Chieh-she-shuai olarak geçen ve H. Nihal Atsız’ın Kür Şad olarak adlandırdığı bir Türk Teginini 40 çerisiyle Çin Sarayı'na baskın yapmış ve esaret altındaki Türk ulusu ve hanedanı adına istiklal ateşini yakmıştır. Şimdi bu perspektifle biraz tefekkür edersek Atatürk’ün Türk gençliğinden gerektiği zaman bir Kür-Şad olmasını istediğini söyleyemez miyiz, ki kendisi de tıpkı Kür Şad gibi Türk istiklali için canını ortaya koymamış mıdır zaten?   

Yine gençliğe hitabe de geçen bir başka ifade şu şekilde: “Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.” Bu ifade adeta Anadolu Selçuklu Devleti'nin yıkılışından bahsediyor diyebiliriz. Zira bu ifadenin öncesinde geçen “İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.” Bu ifade o dönemin en güçlü ordusuna sahip olan, önünde hiçbir ordunun duramadığı Cengiz İmparatorluğu'nu anlattığı düşünülemez mi? Kösedağ Savaşı'nda Selçuklu'yu dize getiren ve Anadolu’yu işgal eden Selçuklu Sarayı'na kadar giren Moğollar, birçok vezir ve devlet adamını boyunduruk altına almış durumdaydılar. Bir başka deyişle memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içindeydiler. Bunun bir başka örneğini de Hun Devleti'nin yıkılışında görebiliyoruz. Hun Hükümdarı Timuçin, Çinli karısıyla bir olup Türk töresine uymaksızın halkını eziyor ve yanlış faaliyetlerde bulunuyordu. Hatta öz oğlunu elçi gönderip esir olmasında büyük rol oynadı. Esaretten kurtulan oğlu Mete, babasını öldürüp vazifesini yaptı ve Hun Devleti'ne en parlak dönemini yaşattı. Bugün kendisini Türk Kara Kuvvetleri'nin kurucusu ve büyük bir Türk Hakan'ı olarak biliyoruz.

Son olarak Atatürk gençliğe hitabesini şu şekilde bitiriyor. “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”  Bu, dışarıdan bakıldığında çok iddialı bir söylem olarak görülebilir fakat oldukça sağlam temelleri olduğu yadsınamaz bir gerçek. Çünkü biz tarihe birçok devlet hediye etmiş bir milletiz, bunun sebebi bir o kadar devleti de tarihin tozlu sayfalarına yazmış olmamızdır. Her düşüşün sonunda ayağa kalmasını bilmiş bir şekilde benliğimizden büyük liderler çıkarmayı başarmış bir milletiz. Örneklerini verdiğim Kür-Şad gibi, Mete gibi sayısız isim tarih kitabımızda zikredilir. İstemi ve Bumin Kağanlar, Tuğrul ve Çağrı Beyler, Bilge Kağan ve Kültigin ve bunlardan sonuncusu Mustafa Kemal. O biliyordu ki Türk milleti bir şekilde kendi bünyesinden bir büyük lider çıkaracak genetiğe sahiptir. Tıpkı kendisi gibi ihtiyaç hasıl olduğunda yeni bir lider çıkacak ve Türk’ü düştüğü yerden kaldırıp eski şaşalı günlerine kavuşturacaktır. Çünkü onun da söylediği üzere: “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir.”

Sonuç olarak bu bakış açısıyla baktığımız zaman gençliğe hitabe sadece bir sesleniş değil, bir derstir. Tıpkı Orhun kitabeleri gibi. Orhun yazıtları ne kadar önemliyse gençliğe hitabemiz de bizim için o denli önemlidir. Atalarının Bengü taşlara yazıp kendisine miras bıraktığı dersi atamız da özetleyerek bize miras bırakmıştır. Üzerimize düşen mirası taşımak, taşımaktan da özge şiar edinmek ve bu uğurda canla başla çalışarak bizden sonrakilere bu mirası aktarmaktır.