Eteğimin ucunu çekiştirir gibi, sıkışmış olan bir kapıdan.


Çektim, çektim ama çıkmadı. Yanımda bir makas ya da bir bıçak getirmeyi düşünebilecek kadar planlı, hiçbir zaman olmadım.


Denedim, denedim, yoruldum. Oturdum, dinlendim, aynı kapının önünde günlerce uyudum. Biri gelip kapıyı açardı elbet ve kırmadan, dökmeden kurtarırdım eteğimin ucunu mutlaka.


Kimse gelmedi.

Bir kul açmadı.


Kediler, kocacığım, evin içinde kediler ağlamaya başladı. Ulaşamadım mama kaplarına, ben de onlara parmaklarımı yedirmeye başladım. Yine de kırmayacaktım senin o güzel kapını. Fakat hayır, bu kedileri sen ağlatmadın, ben ağlattım.


Sana, gücümü bile vermem artık.


Nasıl da izlerdin bir camın ardından, günden güne zayıfladığımı.

Nasıl da çevirirdin anahtarı avucunda ve iddia ederdin kapıyı açmaya bir yol bulamadığını.

Nasıl da bakardın anahtar deliğinden gözümün içine ve nasıl da bir kahraman olarak çizerdin kendini, en derin yaralarım için kapının altından ufak bir peçete parçası itince..


Ağlamıyorum bir tanem, sana yüzümü de vermem artık.


Özgür kalabilmek için kendimi anadan üryan atmam gerektiği yerde bu hiç tanımadığım sokaklarına dünyanın, işte orada sonsuza dek ve korkuyla bana biçtiğin bu elbiseye sarılacağımı mı sandın?


Elbiseni yere, kapını eve bıraktım.


Bu dünya elbet senin de üzerinden, mezara götüremeyeceğin ne varsa alır.


Kırlara koşmadım, çiçekler açmadı hemen öyle, kuşlar şarkı söylemiyor sabahları ben kahvaltı hazırlarken mutfağımın içinde.


Mutsuzum.

Yas tutuyorum henüz.


Lakin onurlu bir mutsuzluk bu.


Ne birkaç elbiseyle satın alabilirsin, ne de tutsak edebilirsin bir ömür boyu.