Sabahın körü, önümde sert bir Türk kahvesi senin sevdiğin gibi. Bir yudum alıyorum, o sert tadı seni hatırlatıyor, gözlerim doluyor, tatlı bir tebessümle yetinmeye çalışıyorum. Beceremiyorum. Ölmüyorum belki yokluğunla ama ölüm döşeğinde gibi can çekişiyorum. Düşünüyorum sonra, uzun uzun canım acıyor, arkada Sezen Aksu'nun 'Ah Kavaklar'ı çalıyor bu sefer. Kahvenin üstünde dönüp duran köpüklere dalmışım, sımsıcak kollarına sarıldığımı düşünüyorum, canım acıyor. Dediğin şeyler geliyor aklıma, titriyorum, bir türlü gelemiyorum kendime. Hiç sorun yokmuş gibi sadece sen geliyorsun aklıma. Üstümde bir battaniye, onun da üstünde bir yorgan var ama hala titriyorum, ayağa kalkamıyorum, başım dönüyor, zor duruyorum. Tansiyonum düşüyor ama sanki tüm kanım akıyor bir boşluğa.

Aklıma doğum gününün yaklaştığı geliyor, seni ben büyütmüşüm gibi hissediyorum.

Nasıl da çok isterdim "İyi ki doğdun, iyi ki varsın! Seni çok seviyorum!" demeyi. Ellerimden kayıp gidiyorsun, tutamıyorum, hem çok yakınsın ama aynı zamanda o kadar uzaksın ki koşuyorum ama taşlar var, dizlerim kanıyor artık yetişeceğim diye. Bunlara rağmen yine de seni arıyorsam her anımda demek ki ben hükümsüzlüğün hakimiyim. Benim yaram çok derinde artık. O kadar derinde ki bazen kanıyor ve kanlar çok derinden fışkırıyor, her yerim kan içinde kalıyor. Temizlemeye çalışıyorum, yapamıyorum, çıkmıyor lekeleri, tamam diyorum, ben de uzanıyorum tavanı izliyorum...