hüznün kılıcından kim kaçabilmiş bugüne kadar

yatıya bile kalmayan o mutluluklardan bir medet umarız

bak sabahımız yine yaklaşıyor

sabahımız ki yakışmıyor yakalarımıza

kuru bir inadın doğurduğu sitemler yükseliyor yine damlarımızdan 

başımızın belası bu baş ağrısı yine başımızda

iyisi mi ben yine ölülerin kalemlerini toplayayım

yeniden dizeyim onları tıpkı sahipleri gibi sıralı 

her birine mürekkep çektiğimde hissederim, onları bir rahmet kuşatır

benimse ellerim yeşillenir, allanır kimi zamanda kömürlere boyanır

bu en son aldığımın ağzını bıçak açmaz

onun da uslu bir kölesi olsam da konuşmaz benimle, tıpkı diğer kalemlerim gibi


plütonun nasıl keşfedildiğini,

serbest cumhuriyet fırkasının kendi kendini nasıl feshettiğini,

clint eastwood’un doğuşuna ettiği şahitliği,

neil armstrong’un aya ilk ayak basışının hikayesini anlatmaz

oysa ben ondan bu tarihi hakikatleri duymak yerine sadece ernst schaller’in hikayesini anlatmasını isterdim?

kimdi bu adam? eski sahibi olmasından ve profesörlüğünden başka

evet di’li geçmiş zaman

öldüğünü biliyorum en son ki sahibinden aldığım duyumla

aksi ve lanet biri miydi?

kumar borcu var mıydı mesela?

profesörlüğünden kalan boş vakitlerinde bir şiir okur muydu örneğin?

pablo neruda’dan haberdar mıydı?

bu kalem onun eline nasıl geçmişti?

kör bir sevdayla sevdalanmış mıydı mesela?

bir mektup çok da uzun olmayan bir mektup yazılmış mıydı hiç onun kaleminden?

ölülerin kalemleri birikmiş miydi hiç ellerinde?

hüznün kılıcından kaçabilmiş miydi?

mutluluk onda bir gece olsun yatıya kalmış mıydı?

sabahlar mesela yakışıyor muydu yakasına?

bilmek isterdim


bilmek isterdim

hüznün kılıcından kim kaçabilmiş bugüne kadar?