Düşünüyorum, aklımın yettiğince... Batı'yı 50 yıl kadar geriden takip ediyoruz. Modern Batı kültürünün iletişimsizlik anlatıları, karamsarlığı bizde de başlayacak mı diye. Kafka, gregor samsa' yı anlatmıştı,hani bir sabah yatağından hamamböceği olarak uyanan samsa. Bu trajik, şeytani bir çarpılmasıydı modern insanın.


Yaşadığımız evrene bir anlam verebilmemiz gerek. Virginia Wolf'un, Cezare Pavese'nin, Stefan Zweig'in, sylvia Plath'in intihar etmiş olduğunu hatırlıyorum. Nietzche'nin atın kırbaçlanmasına dayanamayıp aklını yitirdiğini.. Yaşamın anlamsızlığı kabul edilince, yaşamın kutsallığı ortadan kalkınca neler olabildiğini Batı'nın edebi ve felsefi eserlerinden izleyebiliyoruz.


Camus' un sysiphos söyleni, Sartre'ın bulantısı örnek verilebilir. Godot'u bekliyor insan, kutsalı bekliyor sanırım.


Sylvia Plath bir şizofren, büyük bir şair sayılıyor. Özyaşam öyküsü olan sırça fanus'u okudum. Amerikan ortasınıf yaşamı, iletişimsizlik, yavanlık, sevgisizlik, nihilizmle karışık anlamsızlık, kutsala uzaklık var. Sonucunda Plath şizofren olmuş. Yetmemiş kadere, intihar etmiş.

İslamla buluşmamdan önceki benle biraz benzerlik taşıyor. Türkiye henüz bu girdaba girmedi, ben kenarından bulaşmıştım.



Kurbanlık koyun gibi boynunu uzatmış ve gözbebeksiz gözlerle çağının hüzünlü, trajik kadınını resmeder Modigliani. Hep hüzünlü bulurum resimlerini. Çağın hüzünlü insanıdır resmettiği genellikle. Van Gogh çok önceden görmüştür hüzün çağını.


Neler yapılabilir modernizm sonrası insanı için bilmiyorum. Şunları söyleyebilirim:


Yaşamın ilahi bir mucize olduğu öğretilmeli, hissettirilmeli. Yaşamın insanı anlamlandıran bir amaç içerdiği, bunun insan olmak olduğu anlatılmalı. Toplumsal dayanışma olmalı, sevgi, merhamet toplumu olabilmeli derim.