“Evet… Kiminle başlayalım? Salim Bey, siz ister misiniz? Gördüğünüz son huzursuz rüyayı bizimle paylaşır mısınız?’’

Ben rüya görmezdim. Pür, kararlı bir siyah boşluk sadece; benim için öyleydi uyku hali. Birbirinden bağımsız, bir araya geldiğinde bir şey anlatmayan sahne kesitleri bana yabancıydı. Ben onlara yabancıydım. Rüyalarla hiç tanışmamıştım.

“Ben… Mahsuru yoksa önce dinlemek isterim.’’

 Psikolog anlayışla kafasını salladı, ikiletmedi. “Tabii.’’ dedi ve gözlerini etrafında bir daire oluşturmuş şekilde oturan kalabalıkta diğer yüzlere çevirdi. “Saliha Hanım, belki siz…’’

Benim aksime diğerleri rüyalara vakıftı. Öylesine ki onlarınki sıradan, uyku mahmurluğuyla yarım yamalak hatırlanan cinsten hiç olmamıştı. Huzursuz Rüyalar Kulübü’nün -gerçek- üyelerinin rüyaları bir nevi asıl gerçeklikti. Onlar travmalarını görürdü, yeniden yaşardı. Uyandıklarında ter içinde olurlardı. Bazısı çığlık atardı, nevresimlerini döverdi. Bazısı da şoka girer, gözlerini açtığı yerde saatlerce tavanı izlemeye devam ederdi. Hasarlı insanlardı her biri. Bu kulüp onlar için, onlar iyileşsinler diye vardı. Benim gibi fırsatçılar için değil.

“Yine aslında… Aynı başlıyor.”

“Saliha Hanım, lütfen, nasıl başladığımızı hatırlıyorsunuz. Aynı da olsa konuşuyoruz. Olabildiğince kelimelere döküyoruz. Geçiştirmiyoruz.’’

Saliha korkmuş ve çekingen bakışlarını çıtlattığı parmaklarına gömmüşken psikolog Canan da not alıyordu. Ne yazıyordu bu kadar sık? Burada olan biten her seferinde bana aynı görünürdü. Bu kadın aynı şeyleri tekrar tekrar yazmaktan zevk mi alıyordu? Yoksa benim atladığım, eğitimsiz gözlerimin kaçırdığı detaylar mı vardı?

Anlamak için Saliha’yı izledim. Çoktan çıtlamış parmaklarını bir kez daha zorlarken, onlara eziyet ederken sabırla bekledim. Kadın en sonunda yutkundu ve bakışlarını bize çevirdi. Önce benden tarafa, dairenin yarısını oluşturan beş sandalyeye, sonra da diğerlerine. “Annemi görüyorum ilk.’’ diye aniden başladı gerekli cesareti gözlerimizde bulmuş gibi. “Elinde güllerle geliyor odama. Diz çöküyor ve ‘Canım kızım.’ diyor bana. Gülleri saçlarıma takıyor…’’ Kirli tırnaklarını saç derisini kaşır gibi sertçe kafasında gezdirdi. “… ‘Sen en güzellerine layıksın.’ diyor. ‘Sen benim en büyük dayanağımsın.’ diyor. Gülleri kokluyor sonra.’’

Saliha buradakilerin alışık olduğu isterik kıvama gelmişti yine. Nefes alıp verişi düzensiz, hıçkırıkları sıktı. “Anneme yalvarıyorum.” diye devam etti. “Beni hep böyle çok sevmesi için söz verdirmeye çalışıyorum.” Tepemizdeki floresan gözyaşlarıyla yıkanmış yanaklarında parlıyordu adeta. “Beni asla bırakmayacağını söylüyor. Ölse de bırakmayacak beni, kulağıma öyle fısıldıyor…’’

Saliha yorgun düşmüştü. Psikolog ona dinlenmesi için zaman verdi. Tahammül ettiği bu es vermeler mesleğinin bir öğretisi miydi, yoksa vicdanının sesi mi, hep merak ederdim. Bir süre sonra gırtlağını temizledi ve “Evet.’’ dedi. “Sonra ne oluyor Saliha Hanım?’’

Her zamanki gibi oluyordu: Annesi ağlamaya başlıyor, sebepsiz yere özür diliyor ve kızının güllerle süslenmiş saçlarını okşuyordu. Saliha o gülleri ne çok sevdiğini düşünüyordu. Birini alıp kokluyor, sonra ona zarar vermekten korkup saçına geri takıyordu. Çok güzel hissediyordu kendini. Annesi de öyle diyordu. Çok güzelsin kızım, güller sana çok yakışıyor diyordu.

Psikolog Canan notlarının Saliha için ayırdığı bölümüne son noktayı koyarken ben de düşünüyordum. Önce dinlemek istediğimi söylemiştim. Dinlemiştim. Sıra bende miydi? Yoksa bir kişi daha sıkışır mıydı araya? Sıkışsa iyi olurdu çünkü daha aklıma bir şey gelmemişti. Bugün doğaçlama yalan söyleyecek kadar kafam kalmamıştı, iş yormuştu. Saçmalamaktan korkuyordum. Biraz daha vakte ihtiyacım vardı.

Canan’la göz göze geldik, kafamı hayır manasında salladım ve o da memnuniyetsiz bir şekilde diğer adayları incelemeye koyuldu. Rahat bir nefes aldım. Sahi, bugün ne saçmalasaydım? Geçen sefer anlattıklarımı tekrarlayıp bir tutarlılık oluşturmak iyi olur muydu?

İrfan Beydeydi sıra: Saliha’dan on yaş genç, benden on yaş büyük adamda. Ellisinde yetmiş gibi gösteren sessiz ağabeyde.

O daha tekdüze anlatırdı hep. Çok değişmeyen rüyalarını, travmalarını mırıldanmaya yakın bir tonda paylaşırdı. Psikolog Canan da buna izin verirdi. Sonuç olarak bu kulüp paylaşmak için kurulmuştu. Nasıl olursa olsun, yeter ki paylaşılsın. Paylaşılsın ve adına huzursuz rüyalar denen geçmiş travmalar, kâbuslar hafiflesin. Bu zavallı insanlara musallat olmayı bıraksın.

“Dayım ve kız kardeşim odada. Annemlerin odası. Kız kardeşim ağlıyor, dayım onu teselli ediyor.’’

“Siz tam olarak neredesiniz?’’

Canan’ın detaylara olan düşkünlüğü İrfan abiyi sinirlendiriyordu bazen, bakışlarındaki agresif değişimden anlıyordum bunu.

“Aynı, odanın girişinde. Donakalmış bir vaziyette bakıyor, izliyorum.’’ Yumruğunu sıkarak devam etti. “Dayım fark ediyor beni, çağırıyor. Pelin, kız kardeşim, düşmüş… Dizi çok acıyormuş, öyle söylüyor. Öp kardeşini diyor. Ben de ağlıyorum sonra.’’

Bu noktada Saliha bile pür dikkat dinliyordu İrfan abiyi. Kendi anlattıklarının etkisi geçmiş, İrfan’ın geçmişindeki sahneler onu da içine çekmişti.

“Neden ağladığımı bilmiyorum. Bir yerde yanlış olan bir şeyler var ama çocuğum işte, anlamıyorum. Dayımı seviyorum, çok seviyorum. Kız kardeşimle birlikte ağlıyorum.’’

“Sonra?”

“Sonrası yok.” diye kesip attı İrfan abi. Kollarını göğsünde bağdaştırdı. Savunmaya geçişi o kadar bariz ve çocukçaydı ki böyle yaptığında bana bile kendimi bir psikolog gibi hissettirirdi. “Uyanıyorum işte.”

“Uyandıktan sonrasını paylaşmak ister misiniz peki? Neler hissettiniz? Nasıl?”

“Yeterli bugün, hayır.’’

Canan; kafa sallamak, tamam demek zorundaydı. İrfan Abinin aramızda oluşu bile onun için bir gelişmeydi çünkü. O buraya çok zor getirilmişti. İlk seansları ortasında bırakıp gitmişti. Canan onu temelli kaybetmek istemiyordu.

“Evet Salim Bey,’’ Daha fazla kaçamayacaktım “Sizi dinlemek isteriz hazırsanız…’’

Şanslıydım ki rüyalar yalanı ele vermezdi. Rüyalar saçma, değişken, kesik kesik olurdu… En azından geçmişin karanlığını taşımayanları öyleydi. Bugüne kadar dinlediklerim hep öyle olmuştu. Geceleri siyah bir boşlukta sürüklenen ben için hayret verici derecede anlamsızlardı.

“Önce bir bahçede uyanıyorum. Geniş, papatyalarla süslü bir bahçe burası. Ailemle piknik yapmaya gidiyoruz sanırım… yani öyle, evet.’’

Dosyamda yazanlara göre devam etmeliydim, onu unutmamam gerekiyordu. Buraya geliş amacıma bağlı kalmalıydım. Babam ve annem kavga ederdi benim. Sürekli! Hiç mutlu bir çocukluğum olmamıştı… Bağlı kalacağım senaryo buydu.

“Her şey harikayken yağmur başlıyor. Gökyüzü delinmiş gibi yağıyor. Bulut yok, rüzgâr yok ama anlamsız bir fırtına var. Aniden oluyor her şey.’’

“Anne ve babanız ne yapıyor, onları görüyor musunuz?’’

Attığı pas için psikoloğa teşekkür etsem yeriydi.

“Onlar bağrışıyorlar ama uzaktan dinliyor gibiyim. Duymuyorum ne dediklerini. Islanmayı bile umursamıyorlar, sadece bağırıyorlar birbirlerine.’’

Es verdim. Yutkunduğumu abartılı bir şekilde gösterdim. Oynamak zorundaydım, ben de travmalardan muzdariptim, inandırmalıydım. Kaşlarım çatık devam ettim. “Sesleniyorum onlara. ‘Anneciğim, babacığım… lütfen gidelim.’ Duymuyorlar. İteklemeye başlıyorlar birbirilerini en son. Uzakta bir ağaca yıldırım düşüyor.’’

Sonu biraz fazla mı olmuştu?

Canan yüzüme baktı, tatminsiz. Fazla uzatmadan bitirdim. Güzel bir final yaptım, annemin ve babamın göğsünü dövdüğü… Ve sıramı savdım.

  

Herkes paylaşmış, içini dökmüş ve seans bitmişken Psikolog Canan Hanım bir saniye ona ayırmamı istedi benden. Su ısıtıcısından karton bardaklara sıcak su döküp sallama çayları da attıktan sonra yanıma geldi. Herkes çıkmış, ondan fazla rüyanın dillendirildiği küçük salon ikimiz dışında bomboş kalmıştı.

“Salim Bey, neden geliyorsunuz buraya?’’

Beklemediğim soru beklemediğim bir sıcaklıkta soruldu bana. Canan tebessüm ediyordu, gözlerime bakıyordu.

“Anlayamadım?’’

“Biz burada insanların acılarını bastırmaya çalışıyoruz. Dağılmış psikolojilerini biraz olsun toparlamaya çalışıyoruz. En büyük adımı atan onlar, en büyük fedakarlıkta bulunan onlar. Anlatmaya gönüllüler, iyileşmeye meyilliler… Peki siz ne için buradasınız?’’

Hayranlık ve hüsran arasında gidip geliyordum. Nasıl yakaladı beni? Foyamı nasıl ortaya çıkardı? Gözler eğitimli olurdu da bir insanın içini görmeyi nasıl başarırdı?

“Herkesle aynı sebepten. Rahatlamak istiyorum.”

“Neyle rahatlıyorsunuz?’’

“Canan Hanım…” Asabım bozulmuş gibi gülümsedim. “Anlatarak rahatlıyorum, nasıl sorular bunlar? Siz şimdi…”

“İyi akşamlar Salim Bey…’’

Psikolog giderken bir süre arkasından baktım. Bir daha asla gelemeyecektim buraya, biliyordum. Yalan söylediğimi anlamıştı çünkü. Anlatarak değil, başkalarının acılarını dinleyerek rahatladığımı, halime ancak öyle sevindiğimi anlamıştı.

“Canan Hanım!’’ Peşinden koştum. “Size söylemek istedim ama…’’

Bana öyle katı, öyle yabancıymışım gibi baktı ki doğruyu söylemek dışında başka bir şansım yoktu.

“Ben rüya görmüyorum. Oldum olası görmedim. Anlattıklarım uydurmaydı.’’

“Neden geliyorsunuz buraya Salim Bey?’’

 “Ben… Mutlu olacak bir şey göremiyorum, hayatımda yani. Mutsuzum, hep mutsuzum. En son ne zaman şükrettiğimi, halime dua ettiğimi hatırlamıyorum… Yaşamak mutsuz ediyor beni.’’

“Halinize şükretmek için mi geliyordunuz yani? Danışanlarımı dinleyerek kendinizi tatmin etmek için mi?’’

“Buraya yatırım yapan, size araştırmanız için ödenek sağlayan kişi… Benim en yakın arkadaşım. Projenizden bahsettiğinde yanındaydım. ‘Yeni bir yöntem, başka bir bakış açısı’ demişti. Sonra da anlatmıştı. O zaman geldi bu fikir aklıma. Belki dedim, belki gerçekten kötü bir hayat geçirmiş zavallıları dinlersem kendimi daha iyi hissederim.’’

“Zavallı?’’

“Öyle demek istemedim…’’

“Danışanlarımın geçmişini de biliyor muydunuz peki? Saliha Hanım’ın annesinin, kızının saçına güller takmadığını, gerçekte kafasını jiletle kestiğini biliyor muydunuz?’’

Gık çıkartamadım.

“İrfan Beyin ya da… Dayısını biliyor muydunuz? Dayısını kardeşini taciz ederken yakaladığını ve hiçbir şey yapamadığını biliyor muydunuz?’’

Yer yarılsaydı da içine girseydim.

“Huzursuz rüyaların aslında kapkaranlık bir geçmiş olduğunu biliyor muydunuz?’’

“Evet…’’

Psikolog derin bir nefes verdi. Yüzüme bakmaya tahammülü kalmamıştı. “Hanginizin yardıma ihtiyacı var, bilmiyorum Salim Bey. Danışanlarımın mı, yoksa onların acısıyla rahatlayacak kadar aşağılık olan sizin mi?’’

Ben biliyordum. Kimin yardıma ihtiyacı olduğunu artık çok iyi biliyordum.