Yaratmanın nedenini bilmiyorum, bir çiçeği koparmanın ve kitapların arasına koymanın da. Ancak sürdürülmesi gereken bir şeyler var; bir çark, bir endişe belki hüzün? Hüzün? Evde kapalı kalmanın hüznü. İçimdeki diyor: ''Görecek ne kadar çok şey var!'' Çık ve dolaş şehri, hastalıklar sadece bir eleme aracı, bir sınav, son güne bıraktın sadece çalışmayı. Maske tak, zırh kuşan! Savur düşmanın artık kılıçlarını! Pehhh, büyük mücadele insanınki; otoparkı kim açacak o olmasa, veyahut yerdeki çöp bilmem kaç sene dururmuş. Dursun. Ne zararı var ki? Objelerin olması gereken yerler bir kurgudur. Bir zürafayı İstiklal Caddesi'nde görmek istemediğimiz için görmeyiz. Ketçap ayakkabılara sıkılmaz! Bu birinci kuralıydı Zebur'un, kime ne? ''Ben uçakları tüylü, brokolileri odunsu severim.'' derdi eski bir arkadaşım. Bilmem nerede şimdi, ondan öğrendiğim şeyleri hep bileğime küpe yaptım.


Neyse, konumuza dönelim, objeler biz nereye koyarsak orada olmak zorundadır. Yani bilinçsizdirdirler. X Y Z enlemlerinde bir yer… Bazen sabit, bazen hareketli bir gücün, bir sihrin etkisi. Aristoteles'e gülmek gerekir. Tüm eski filozoflar şarlatandır. Günümüz bilimi felsefeyi ayaklar altına almıştır. Orada da güler bu şarlatanlar, yeniler peki? Obur filozoflar, medya insanları, reklam, şişirilmiş balon. A, B, C. Ne onların dediklerini ne de buraya ''Therefore'' koymamı engelleyecek hiçbir yasayı tanımıyorum. 16. yüzyılda insanlar delileri ıslah etmek için kulelere tıkardı. Hatta Hollanda'da deniz seviyesinin altında bir yerde çalıştırılan serseriler boğulmamak için kaldırıp indirirdi dans eden çıkrıkları. Benim yoldaş diyebileceğim ancak onlardır. Çünkü aynı kaderin mahkumuyuz. Ben 13 gün sonra Baudelaire'in de rızasıyla ''hür adam'' olacağım. Ancak onlar orada öldü gitti, kim bilir, ben de aynı kaderi paylaşırım. O yüzden ben hür adam değilim, tüm yapmamamız gereken şeyleri kitabının üstünde haykırıyorum! Ben bir objeyim! Cismi, ismi, hatta belki maddi bir değeri olan bir ürün... Bana büyük gözlüklerinizi çıkartıp bakarsanız kendini gerçekleştirememiş uçan bir flüt görebilirsiniz. Bir flüt ona atanan notaları çalar. Ben de öyle yapıyorum, büyük bir gurur duymuyorum bundan ancak şikayetçi de olamam. Bir merci, bir Sıkılgan Flütler Kongresi düzenlemek gibi planlarım yok şimdilik. Belki de düzenlerim, tüm iki arada bir derede kalanları arkama alıp en acı derebeylik türkülerini kuşanırız yollar boyunca.


Şimdi ise son konuya geldik, bir mektup nasıl bitirilir sevgili? Ben bitişlerden korkuyorum. Bazıları en güzel anların o son artık "climax" mı derler günümüz sosyal medya parazitleri bilmiyorum. Aklıma geldi, neden bunu kağıtlara yazmıyorum, mürekkep bitti! Fiziksel eksiklikler beni biraz da klavye ile sevişmeye, hıncı piksellerden çıkartmak gerektiğine çıkarttı. “Neyse, öyle işte!” der geçerdi asıl ben. Ancak klişe ''Tek başınayken ahlaktan bahsedebilir miyiz?'' sorusuna ufak bir süngü ve dikiş darbesi: ''Tek başınayken cesaretten bahsedebilir miyiz?” İnsan yalnız mıdır? Sanmıyorum çünkü her zaman geçmiş ve gelecek onu takip eder, o sadece bunların arasında bir Donkey Kong bölümü oynar. Ve orada da biliyoruz ki karşısında koskocaman bir goril vardır, yani yine yalnız değildir mücadele ederken. Çoğu zaman o goril bizizdir zaten, bizden iki tane! Ne kadar da korkunç bir dram! Hâlâ bitiremedim değil mi sevgili? Sana nedensiz bir şekilde Groschen diyeceğim. Aslında bir neden var, sanırsam kuruş demek Almancada. Halbuki bir kız ismi gibi geliyor, işte böyle aldatıyor insanı Mark Twain.