Çerçeveler hakkında düşünürken gayriihtiyari, gözlerimi odamın penceresinde, duvarlarında ve o duvarlarda asılı duran birkaç fotoğrafta gezdiriyordum. Önümde duran ve haklarında yazı yazacağım bu somut çerçevelerden, bana soyut çerçeveler hakkında anlamlı fikirler ve yazılmaya değer cümleler fısıldamalarını dileniyordum. Son bir yılımın neredeyse tamamını birlikte geçirdiğim bu çerçeveler sessizliklerini korurken aniden gözlerimde çerçeveler olduğunu fark ettim. O kadar alışmışım ki gözlüğüme ve onun çerçevesine. Orada olduğunu anlamam bile iki saatimi almış. 


Bu ufacık aydınlanma düşüncelerime yeni bir rota çizdi ve ''Hayatımızdaki somut ve soyut çerçeveler'' konusundan ''Çerçevelerimizin ne kadar farkındayız?'' sorusuna doğru yolculuğumu sürdürdüm. Sonra tekrar pencereye ve duvara -ve tabii ki duvarda asılı çerçeve içerisinde duran tipsiz ilkokul fotoğraflarıma- baktım ve onlardan biraz olsun uzaklaşıp dışarıya çıkmanın mevcut durumda benim için ''özgürlük'' kavramıyla eşleştiği konusunda beynimle -bilirsiniz ben ve beynim tartışır ve bir karara varırız- uzlaştım. Fakat aynısını gözlüğüm için yapamadım çünkü her ne kadar bakışlarımın onun çerçevesiyle sınırlandığının farkında olsam da bu çerçeveden kurtulmak istediğimden emin değildim. O halde diğer bir soruyla karşı karşıyaydım: Çerçevelerimizden kurtulmak zorunda mıyız/bunu her zaman ister miyiz?


Gecenin ilerleyen saatlerinde ise somut dünyamı saran ve adeta dünyam olan bu çerçevelerin düşünce dünyamda nasıl karşılık buldukları üzerine ve biraz daha ilerleyerek düşünce dünyamızın kendine ait çerçeveleri üzerine düşündüm. Bütün bunları bir düzene koymak ve sonucunu bağlamak için ise klavye başına geçmenin daha iyi olacağına kanaat getirip bu yolculuğa son verdim.


Somut çerçeveler hepimizin bildiği gibi aslında, bazen yukarıda bahsettiğim gibi kısıtlanmış olma hissinin dış dünyada karşılıkları, bazen yıllanmış anıları sarmalayıp duvarda sabit şekilde durmalarını sağlayan estetik objeler, bazen ise faydalı araçlar. Fakat ben bütün gece çerçevelere bakarken onları hep dünyamı sınırlamak ile suçladım, hep kurtulmak fikri kafamda yankılandı. Bu işe yarar veya göze hoş görünür objelerde gördüğüm ve beni rahatsız eden başka çerçeveler vardı galiba. 


Bu zavallı çerçevelerden kurtulamayışım, sıkışmışlığım dört duvarlı çerçeveme, onları sürekli etrafımda görmek ve onlarla yaşamak zorunda oluşum, bütün bu zorunlulukların öfkesi uzunca bir süredir üzerimdeydi. Üzerimizde aslına bakacak olursanız. Üzerimizde olan bu zorunluluklar ve elden bir şey gelmemeler bu yazının soyut çerçevelerini oluşturuyor o halde. Bunların içine günümüz koşullarıyla doğrudan bağlantısı olmayan zaman gibi, toplum baskısı 

gibi yaşadığımız dönem ve çevre gibi unsurlarını da dahil edebiliriz aslında. İnsanın kurtulmakla özgürlüğe yaklaşabileceği ve kişiyi ''çerçeveleyen'' bütün bu unsurları kastediyorum.


Tabii bu noktada ''Bu çerçeveleri fark edebiliyor muyuz?'' sorusu da önem kazanıyor. Nedensiz yere bunaldığımızı düşünürüz bazen ve kendimize kızarız, acaba görünmeyen bir çerçeve mi üzerimize düşmüştür de kafamız acımaktadır? Kurtulmamız gereken bir manipülasyon mu var üzerimizde? Nasıl fark edebiliriz bilmesem de en azından bu yazıdan sonra bu soruları kendine sorup yanıt bulabilmiş birkaç kişi olur düşüncesi hoşuma gidiyor. Fark ettikten sonrası ise kocaman bir mücadele.


Çerçevelerden kurtulma konusunda bir türlü netleşemediğim ve yazıp yazıp sildiğim bir konu hakkında konuşmaya geldi sıra. Düşünce çerçeveleri konusuna. Bunları ise mantık ilkeleri, bilimsel/felsefi teoriler, şimdiye dek okuduğumuz ve içerisindeki fikirleri bazen farkında bile olmadan benimseyip o fikir çerçevesinde düşünce üretmeye başladığımız kitaplar olarak anlıyorum. Hatta biraz daha ileri giderek tamamen kendi kendimize oluşturduğumuz çerçeveler de olabilir diye düşünmeye başladım. Kendimize bir kişilik tanımlayıp onun dışında bir şeyler düşünmemek olabilir bu ya da ''ben bu konudan ne anlarım'' diyerek bir şey üzerinde düşünmemizi kendi elimizle kısıtladığımız olmuştur. 


Peki neden netleşemiyorum? Kurtulalım gitsin, böylece düşüncemiz çerçevesiz ve uçsuz bucaksız olabilir. Yeterince başarılı olursak kimsenin aklına gelmemiş şeyler söyleme fırsatımız bile olur. Düşünce aleminin sonsuzluğuna yaklaşabiliriz. Kulağa çok hoş geliyor. 


Bu aşamada en yakınımdaki çerçeve hakkında birkaç cümle daha sarf etmeliyim. On yıldan uzun süredir bana net bir dünya sunan gözlüklerimi çıkardığımda bulanıklıkla bir başıma kalıyorum. Bu nedenle yıllardır çerçeveyi, bulanık bir sınırsızlığa yeğliyorum. Yollarda yürürken düşmemeyi sağlıyor, fakat güzel bir manzara gördüğümde belki gözlüksüz bir insandan daha sınırlı baktırıyor.


Kocaman bir bulanıklıkta kaybolmamak adına bazen -hatta çoğu durumda- düşünsel çerçeveler gereklidir fikrine ulaştırıyor bu durum beni. Evet, bu yüzyılın insanları olarak hepimiz bütün kalıpları kırmak gerektiğini kabul ederek yaşıyoruz, fakat duvarları yıkarken gözlük çerçevelerini de kırıp atıyoruz galiba. Tutarsız düşünüyoruz ve bunu yaparken düşünce çerçevelerinden kurtulduğumuzu sanıyoruz. Birbiri ardına çelişik düşüncelere savruluyoruz. Mantık ilkelerinden uzaklaşıyoruz gün geçtikçe sanki. Bu paragrafı bir yaşlı yazmış ve gençlerin halinden yakınıyor gibi duruyor olsa da ''düşünce çerçevelerinden kurtulmalı mıyız'' sorusunu yanıtlamada önümde duruyorlar büyük bir ciddiyetle. 


Bazen ise soyut çerçeveler ve düşünce çerçeveleri grileşir ve birbirinin içine girerler. İyisi kötüsü anlaşılamaz olur. İnsanlar ve toplumlar ne yapacağını bilemez, bazen hepsini kaybeder bazen gereksiz yere dört elle sarılırlar. Hatta çoğu vakit nazikçe çıkarılıp kenara bırakılamaz, bir zamanlar işe yaramış fakat artık ağırlıktan ve sınırlamadan başka bir şey getirmeyen takoz, demir çerçeveden, modası kalkmış bu çerçeveler.


Dünya artık elinde baltası bütün düşünce putlarını devirecek İbrahim(leri)'i bekler. Hepsi kırılsa da çerçevelerin; önlerini görebilen, gözleri bozuk olmayan insanlara ihtiyaç duyar toplumlar. Önce hepsini yıkmalı sonra da tapılmaya layık olanı buldurmalıdır. Dünya bazen bunları bekler dediğim gibi, beklerken hazırlık yapar, sancılar çeker, kargaşalara tanıklık eder. Acaba çerçeveler üzerine yazacağım sıradan bir yazıda bile böyle konulara sapmamı, koyu bulutların yazı boyu dağılmayışını dünyamızın yaptığı hazırlıklara mı borçluyum? Yoksa henüz hazırlık yapacağı bilince bile mi erişemedi? Çerçeveler, İbrahimler ve bazı sorularla baş başa bırakmalıyım artık sizi.