Keşke kendime de söyleyebilsem. Uyandığımda, uyuduğumda, yediğimde, içtiğimde... En çok da bu değil miydi canımı yakan? Sonbaharın yalnızlığı demiştim öncesinde, aslında palavra. Kendime yalnızlığımdı, kendime yabancılığım. Kendimeydi kızgınlığım. Ben olamayan bana, gülüşünü göremediğim kendime... Yanlış anlamayın, kızgınlığım kendimeydi. Ne hâldeyim bilmiyorum. Aslında bu hâldeyim. Bilmediğim bir hâldeyim. Keşkelerim oldu hep. Söyleyip de vazgeçemediğim keşkeler, bilip de inanmadığım, bulup da söyleyemediğim... Görüp de dokunamadığım kendime. Ne çok çelişki var değil mi? Tam da ortasındayım işte. Ne kabullenebiliyorum ne de vazgeçebiliyorum. Öyle garip işte bu. Yazdıkça buluyorum, çizdikçe görüyorum, acıdıkça hissediyorum. Zamanı daha çok hissediyorum canımı yaktığını hissedip ayrılamadığım zaman. Zaten vazgeçemediklerimiz değil miydi bu kadar bizi inciten? Sahi ben, biz neydik? Öğrenebildik mi? Öğrenemediklerimizden ibaretti zaten her şey. Her şey dediğime bakmayın bilemediğim bir "ben" her şeye bedeldi.