Seninle içtiğimiz gece geliyor aklıma. Alkol aldığında kızaran suratını anımsıyorum. Hafif çekik gözlerinin parladığı anları. Sessizliği severdin. Kelimeler ağzından çıkmamaya çalışır gibiydi. Ama anlıyordum seni. Gözlerin kelimelerden daha fazlasını söylüyordu. Gülümsüyordun.


Saçların rüzgarla dans ediyordu. İnce, narin parmakların yüzüne gider; saçlarını düzeltmeye çalışırdın ama işe yaramazdı. Kızardın bu duruma ama benim çok hoşuma giderdi o halin. Kendini benim gözlerimde görsen ne düşünürdün acaba? Bu soru şu an bile aklımı kurcalıyor. 


Sigara içiyorum, alkolde teselli arıyorum. Kendimi bir katil gibi hissediyorum. Eli kanlı bir katil ama gözlerinde yaşlar akan cinsinden… Öldürdüğü için değil, bir şeyler hissetmeyi uzun süre önce unuttuğu için. Annem hep şikayetçiydi zaten unutkanlığımdan. “Bir gün kendini de unutacaksın.” Bu cümlelerin zamanla anlamlı sözcüklere döküleceğini hiç tahmin edemezdim. Bir insan kendini unutabilir mi, mümkün mü bu?


İlk öpücüğümüz hatırlıyor musun? Yağmur yağıyordu ve sen evet sen, gözlerini kırpmadan bana bakıyordun. Sonra dudaklarıma yönelmişti bakışların. Romantik bir film karesi gibiydi. Sonra dudaklarımız birleşmişti. Uzun süre kenetlenmiş, nefessiz kalmıştık. Dudaklarımızın arasından sızan yağmurun tadını alıyorduk. Hatırladın mı? Sonrasında kahkaha atmıştın. O ürkek, zarif bedenini ellerimin arasında bana emanet etmiş, saçlarını geriye savurup ellerini açarak gökyüzünü kucaklamaya çalışmıştın. Yağmurda yıkanıyordun. Gözlerimin bir mucizeye tanık oluğunu hissetmiştim. Yağmurun boynundan akıp göğüslerine doğru ince ince yol alışını büyük bir zevkle izlemiştim. Ve gülümsemeni…


Kızgın olduğun zamanlar sessizleşirdin, suratındaki tüm ifadeler senden uzaklaşırdı ve tanrı bile anlayamazdı seni. Ama ben anlıyordum. Gözlerin ruhuma açılan kapıydı. Bir kez aralamıştın ve ben içeri girmiştim. Nasıl bilmiyorum. Oradaydım işte. Benim gibi sıradan bir varlığın soluk ruhuyla ne işin vardı, o zamanlar bile kafamı kurcalıyordu. 


Ve o geceyi hatırlıyorum. Tuhaf, o geceye dair sadece görüntüler var, hislerin ayak izleri yok. Küçük çorap hırsızları gibi terk etmişlerdi beni. Sevişiyoruz. Sen kollarımda zevkten inliyorsun. Narin, esmer bedenin Yunan tanrıçaları gibi kıvrılıyor. Göğüs uçlarında ter izleri, gözlerin yarı kapalı… Sigara yakıyoruz. Kapısı açık balkona doğru yollanıyor duman. Hatırlamadığım ama hala aklımı ve ruhumu kurcalayan bir şarkı mırıldanıyorsun. Şarkına ağustos böcekleri eşlik ediyor. Gözlerimi kapatıp sigaramı içiyorum.

Sen uyuyorsun. Yeni kahve yapmış senin tapınası vücudunu izliyorum. Orada ne kadar dikildiğimi bilmiyorum. Tek hatırladığım elimdeki kahvenin soğuk olduğu. Sonra gözlerim açık balkon kapısına yöneliyor. Şehri yıkayan dolunayı seyrediyorum…

İşte hatırladığım tek duygu kalıntıları buraya kadar. Ondan sonrası koca bir boşluk. Hiçbir duyguyu hissetmiyor ve varlığını hatırlamıyorum.


O gece soğuk kahvemi içip üstümü giyiyorum. Askıdaki ceketimi alıp seni. Terk ediyorum. Hiçbir duygunun varlığını hissetmeden. Ama o mırıldadığın şarkı kulaklarımda uğulduyor. Dilimin uçuna gelip kaçan cinsten. Hala biraz kafa yorsam onu yakalayacakmışım gibi hissediyorum. Ama olmuyor. Haftalarca bu şarkının melodisini bulmak için kafa patlattım. Sonuç sıfır. Bana bıraktığın en büyük miras koca bir “mırrr hmmm hm hmmm hmm…”


Sonra sen intihar ediyorsun. Pahalı bir siyah takım satın almak zorunda kalıyorum. Keskin, donuk suratıma nasıl oturmuş diye aynaya bakıyorum. Takım yakışıyor. Cenaze gidiyorum. Herkesin gözleri ıslak. Dünyadan göcen bir meleğin ardına yakılan bir ağıt gibisin. Herkesin içinde kocaman bir boşluk bırakıyorsun. Yokluğun özlemle aranıyor. Ama ben bir şey hissetmiyorum.


Cenaze alanına girdiğimde herkesin gözleri bana dönüyor. Şaşkın ve kızgın olduğunu düşündüğüm bakışlar. İstenmeyen biriyim. Gözlerim ablanın çatık kaşları ile gölgelenmiş gözleriyle buluşuyor. Senin zarif bakışlarının tam tersi… Yanıma hızlı adımlarla geliyor. Suratıma sert bir tokat atıp haykırıyor: “Katil! Katil!” Sesi kısılana kadar bağırıyor bana. Suratımda tükürük damlacıkları fırlıyor. 


Ben dikiliyorum. 


Sonra orayı terk ediyorum. 


Eve geldiğimde aklımda beliriyorsun. O seviştiğimiz geceye kadar olan duygularım çullanıyor üstüme. Sonrası sadece görüntülerden ibaret. Bir başkasının hayatını izler gibi arşınlıyorum anılarımı ama içi boş hislerin yokluğuyla gürültü yapıyorlar…Hayatım bana ait değilmiş gibi. Ama bu durum da rahatsız etmiyor beni.


Sessizleşiyorum.


Biraz seni düşünüyorum.


Biraz da mırıldadığın melodiyi.


Sonra ise ton balıklı sandviç yapsam mı diye düşüyorum.


Ve ton balıklı sandviç yapmaya mutfağa yollanıyorum.