Bilmiyorum.

Nasıl mutlu olurum, nasıl sorunlardan kurtulurum, nasıl doldururum içimdeki boşluğu...

Kaç sayfa okursam geçer, kaç sayfa yazarsam ya da hangi kitabı okursam geçer?

Bir işim olsa her ay iyi bir geliri olan, iyi bir arabam olsa; büyük, hatırı sayılır bir şehirde yaşasam; tiyatro binaları, sinema salonları, imkanı bol kütüphaneleri, büyük bir nüfusu olan; toplulukların, etkinliklerin bol olduğu bir şehirde yaşasam ve tanısam birçok bürokratı, siyasetçiyi, sanatçıyı; büyük kürsülerde yüzlerce insana hitap etsem, fuarlara katılsam yazarların kendilerini sahte gülüşlerle pazarladığı... insanların isimlerini bile duymadığı yazarların, kapağını dahi açmayacakları, bir gün sonra kitaplıkta tozlanması için bırakacakları imzalı kitaplarını almak için kuyruklar oluşturup saatlerce beklediği fuarlara, pahalı bilmem ne manzaralı restoranlara gitsem ya da en pahalı mağazalarda özel müşteri olsam, en pahalı saatleri taksam, en fiyakalı ceketi geysem, bilmem ne tüyü olanlarından... evim şu deniz bu boğaz manzaralı olsa, ben keyif yapayım diye sabahtan akşama kadar etrafımda ağzımdan çıkacak lafı bekleyen, bunu evine ekmek götürmek için yapan maaşlı, ikramiyeli insanlar olsa geçer mi bu boşluk?

Ya da gitsem çok uzaklara, ülkenin bir ucuna, gitsem dünyanın bir ucuna geçer mi?

 

Yerleşeyim mesela İç Anadolu'da bir kasabaya yahut köye, hayvan yetiştirsem küçük, duvarlarında çatlak olan bir eve taşınsam, sabah erken kalksam, çiçek koklasam, demli bir çay alsam elime sabahın bir saatinde, camın kenarında otursam. Öğlene doğru çıkıp gitsem kasabanın ilaç gibi çay kokan, samimi sohbetlerin olduğu, insanların her zaman umutla gülerek selam verdiği kahvesine; yorulmuş ve isteksizce yanan sobanın önüne oturup demli bir çay söylesem, ocaktaki, hayalleri olan ama hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bilen tek suçunu bu küçük kasabada olmak olarak gören, kasabadan çıkıp büyük şehirlerde lüks arabalarda, evlerde oturunca, çok parası olunca hiç derdi olmayacağını, mutlu olacağını düşünen gençten, kitap okusam ağır ağır yanan sobanın kenarında.

Gitsem adalara, denize karşı iki odalı ufak bir ev yapsam, büyük bahçesi, bahçesinde bağ olan bir ev... sabah kalksam gün doğarken deniz kenarına insem, bir kahve alsam elime dumanı umut kokan. Bahçeme bir köpek alsam mesela ya da bir kedi, çiçekler eksem karanfil, begonvil, zerdali, zambak, sümbül... arkadaşlarım gelse öğlene doğru güneş tam tepemize doğru tırmanırken, otursak çiçek kokuları ile üzüm bağlarıyla taşan bahçede, kahvelerimizi yudumlasak... sohbet umutlardan, kederden, hüzünden açılırken, türküler çalarken radyodan, üfürseydik sigaramızı kederin, hüznün böğrüne doğru, kahkahalarımız ile inletseydi bahçeyi ve köpek havlasaydı kulübesinden, her akşam mehtaba karşı haykırsaydık hayattaki hatalarımızı ve kederimizi.

 

 

Gitsem Ege'ye, sahile yakın bir ev yapsam küçük ama şirin. Her sabah kalksam balığa gitsem, deniz havası alsam, dalgaları izlesem hiç bıkmadan sıkılmadan; bir şey alamayacaklarını bilerek ama almak umuduyla kıyıya gelen, her defasında da kıyıya hatıra bırakan dalgaları izlesem. Sabahları gelsem balıktan, dünyadan akan kirden, kederden habersiz kahvaltımı yapsam sadece. Bahçeden gelen tavuk sesleri ile yapsam, öğleden sonra kapımı çalsa kasabanın yerlileri. Terasında denize karşı oturup çaylarımızı yudumlasak, bana komik gelen “Enne tası horaya goy gari" diyen amcaların dediklerini yapsam tebessüm ederken. Akşam üstü kasabanın meydanına insem, gün batarken meydanda "napıpdurun iyimin" diyen amcalarla sohbet etsem, bahar aylarında teyzelerin "guzum sen indi evi pekleyemen ben gelip pek gözel temizleriverin gari" diyen teyzelere gülsem teşekkür ederken, geçer mi acaba içimdeki boşluk, biter mi sorunlar? Mutlu olur muyum? Aslında bakarsan yazılanlar güzel, insanın hayali olabilecek şeyler, kimi lüks bir hayat bol para ister, kimi bozkırda küçük bir evde hayvan besleyip sakin bir hayat... kimi adalara gidip üzüm bağları içerisinde gezmek, kimi Ege'de bir sahil kasabasında orta yaşlı insanlarla sohbet ederek yaşamak, yani ilk bakışta bunlardan hangisini seçiyorsa kalp, gerçekleşince mutlu olacağını düşünür.

Ama unutulan, hiç aklımıza gelmeyen, "bundan dolayı mutsuzum, bundan dolayı içim boşluk içerisinde" diye hiç düşünmediğimiz şey ne için geldiğimiz bu hana...

Biz dünyaya ne için geldiğimizi bilmiyoruz ya da biliyoruz da reddediyoruz. İnsan dünyaya çırılçıplak gelip de sonra kendi dokuduğu, işlediği, fiyat belirlediği kıyafeti almak için gece gündüz çalışandır.

İnsan dünyaya gelirken ne arabası ne pahalı kıyafetleri ne de PARASI için gelmiştir. İnsanoğlu dünyaya inancın gereklerini öğrenip bereket içerisinde yaşamaya gönderilmiştir. Ancak insanlar (bizler).

Dünyanın elmasını yedikçe hep daha fazla elma için çabalar oluyoruz.

Şimdi yazının başında sorduğum soruyu tekrar edeyim: Nasıl mutlu olurum, nasıl sorunlardan kurtulurum, nasıl doldururum içimdeki boşluğu? Kaç sayfa okursam geçer ya da kaç sayfa yazarsam ya da hangi kitabı okursam geçer mi? Tekrar cevaplayayım bunların hepsini bir yere bırakarak: Okumak, yazmak, başka şehre gitmek; bunlar gerçekten güzel, her insanın isteyeceği, hayal edeceği durumlardır. Bunlar yapılabilir. Ancak insan bunu sevdiği bir yere gidip yaşamak için yapabilir. Bunlar mutluluk için yapılabilir, bunlar insanı mutlu edebilir. Ancak bunlarla gelen mutluluk geçicidir. Hatırlayalım geçmişte mutluluktan havaya uçtuğumuz günleri.

İlk bisikletin evin önüne geldiği günü mesela, ya da ilk tatile gidildiği gün ya da doğum günleri mesela, ilk arabanın alındığı günü, ilk para kazandığınız gün gururla beraber gelen mutluluğu hatırlayalım; bunların birçoğu yaşanmıştır. Çoğumuzun hayatında düşündüğünüzde aslında bu olaylar şu anda ne kadar da sıradan, olağan şeyler ama bir de o gün tüm bunların özlemini çekerken ne kadar da imkansız geliyordu. Öyle değil mi?

Burada asıl görmemiz gereken tek bir şey var: Yukarıda anlattığım tüm her şeyi göz önüne alırsak metropolde lüks bir hayat, İç Anadolu'da huzurlu bir hayat, Ege'de deniz kenarında tatlı bir hayat, adalarda sakin bir hayat... Aslında bunların hepsi kendi içerisinde ne kadar da güzel. Biz tek bir şeyi unutuyoruz: insan tüm bunları yaparak bir süre mutlu olur; bir ay, beş ay, bir yıl, beş yıl sonra bu hayalini çok güzel kurduğumuz hayat da ilk maaş alınan ayın heyecanı gibi bitip sıradanlaşmayacak mı? Tıpkı şu an olduğu gibi o zaman da bir değişiklik aramayacak mıyız?

Demek ki ortam değişikliği, iş değişikliği, hayat değişikliği, bunlar kalıcı çözüm olamaz, bunlar sadece bir süre değişik ve keyifli gelir.

Kalıcı çözümün tek yolu insanın evreni gezmek, değişik hayatlar kurmasından önce kendi içinde kendini araması ile başlar. İnsanın kendi içindeki arayışı doğru olarak bitince varacağı tek sonuç dünyanın sadece yaşamak olmadığı; faydalı olmayı, iyilik yapmak gerektiğini keşfedecek. Bununla birlikte gerçek inanç sistemini bulacak ve inanç sisteminin insana mutluluk getirdiğini anlayarak çözümleyecektir.