Erken uyuyan, hızlı onaylayan, bulunduğu kabın şeklini alan, ultra uyumlu, yumuşak başlı bir insan olamadım hiç. Benim hep pürüzlerim oldu, çıkıntılıklarım oldu. "Hayır abicim o yoldan değil, bu yoldan." diye diretmelerim oldu. "O öyle olmaz"larım oldu. Gece oturmalarını ve kahveleri her şeyden çok sevdim mübalağasız. Bazen migrenimi bile tiye alıp tan vaktini gördüğüm oldu. Günlerce bir düşüncenin içinde sürüklenip, tüm detaylarında boğulup tam içime sindiğinde gerek kalmadığı oldu. Öyle dakik de değilimdir, geç kalmalarımın haddi hesabı yok çünkü ya ocak açıksa, ya kapı çarparsa diye evi tavaf etmelerim, anahtarı almadan anahtarı aldım mı diye çantamı sere serpe döküp döküp topladığım oldu... Biraz da avareyim, bir soruya kesin bir cevap verdikten üç saniye sonra öyle miydi ya diye vesveseler üretmeye bayılırım. Bana rağmen gelmişim 23'üme. İnsan yanılgılarla dolu, tekamül sürecinin bize kattığı bulgularla birlikte Nuh'un gemisi gibiyiz. Yaşam ve varoluş arasında bir düzlemde, felsefenin derin çukurunda, gerçekliğin sığ baskıları arasında zorunluluklar ve sorumluluklar silsilesi. "Kimsenin mükemmeli, kendimin her şeyiyim." Bütünümle çok değerliyim çünkü kahveme, telaşıma, leylalıklarıma, kızgınlık ve kırgınlıklarıma, benliğime, içime, özüme en önce ben lazımım. Sonrasını sonra düşünsün. Evet geç kaldım, kabul, çok bardak kırdım, çok dilim de sürçtü fakat en kuvvetli doğruyu da kendimde buldum. Kalbimde. Yanlış davranış varmış, yanlış insan varmış, yanlış zaman da varmış da yanlış his yokmuş. Bu yüzden sol taraf hayat vermekle kalmıyor, bir de üstüne yön veriyor fevkalade; kılavuz arayan elini kalbine koysun pusula mahiyetinde. O halde aldık başköşeye, buyur ettik. Sen çal, ben söylerim; bak onu beceririm... Üzerinize afiyet laklakı severim. Sağlıcakla kalalım efendim; olduğumuz bedende, tüm güzelliklerimizle; seni, beni, bizi seviyorum!