Kendine geç kalmıştı.

Hayallerine, içindekilere, yaşantılarına... Geç kalmıştı, küçük kız.

Küçük olmasına bakmayın, içindeki küçük kızdan bahsediyorum. 26 yaşında, çok güzel bir yüzü, fiziği vardı. Konuşmasıyla herkesi etkilerdi. Fakat içindekilerden kaçamıyordu.

Hayatında her zaman ölüme rastlamıştı. Kendi ölümü. İçindekilerinin ölümü.

"Bu insanların derdi ne?" diye düşündüğü çok oluyordu. Benim derdim, benim. Fakat insanları anlayamıyordu. İçindekilerle baş edemiyordu.

Bazen ruhunu arıyordu fakat hiçbir yere ait değildi. Köklerini toplayıp gidemiyordu. Ağaç gibi kalakalıyordu olduğu yerde.

Yine günlerden bir gün, kendinden kaçamıyorken ve hüznüyle beraber otururken elinde şiir kitabı tutuyordu. Okuyordu fakat aklı kitapta değildi. Kahvesinden bir yudum aldı, kalktı ve üzerini değiştirdi. Tekrar, oturduğu yere geri döndü. Yüzünü sıvazladı. Sıkıntıdan içi içini yiyordu. Kendinden kaçamıyordu. Yaşadıklarını düşündükçe gözyaşlarını bırakıyordu. Yalnızdı. Herkesi kaybetmişti. Bu ona ağır geliyordu ama bir yandan da yalnızlık ona mutluluk veriyordu. Çelişkiler içinde boğuluyordu. Soğumuş kahvesini bir kenara bıraktı. Her zaman günlük olarak yazdığı şiir defterini eline aldı. Aklından geçenleri kelimelere döktü. Hissettiklerini yazınca üstünden yük kalkmıyordu. Aksine altında eziliyordu.