Uyanın taş duvarlar.

Uyanın demir kapılar.


Herkes ölüm uykusunda.

Siz eşlik edin son yürüyüşüme.


Ölürken yüzümdeki

anlık tebessüme şahit olun.


Yorganın altı gibi

sıcacık değil hava.


Hava,

küflü ekmek kokusu

yayılmış koğuşumdaki

gıcırdayan ranzam gibi soğuk.


Mermer kaplı şu avluda

volta arkadaşım hiç olmadı.

Ondandır dizlerimdeki ağrı, sızı.


Gözlerim güneşe hasret.

Güneşin yumuşaklığı zindan

duvarlarını aşıp hücreme erişmedi.


Aylardır tenime jilet değmedi.

Ellerim, sakalsız yanağıma hasret.


Ayağım çıplak.

Üzerimde beyaz örtü.

Ellerim arkadan bağlı.


Saat sabahın dördü, beşi.

Gün doğmuş mu bilmem.

Gözlerimde sis bulutu, hava nemli.


Bedenim tir tir titriyor.


Köz üzerindeki çaydanlıkta

fokurdayan suyun buharı gibi

nefesim buhar olup etrafa yayılıyor.


Göğsüm volkan gibi alev yuvası.

Kalbim, kalbim saatli bomba misali

tik taklıyor, ha patladı ha patlayacak.


Boynundaki yaftayla dimdik yürüyorum.

Betondaki soğukluk içimi ürpertiyor.

Önümde bir dar ağacı, bir de iskemle.


Tel duvarda jandarmalar pusuda.

Bir gardiyan sağımda biri solumda.

Bir mezarcı arkamda kedere boğulmuş.


Celladın boynu bükük.

Kuşlar semada kadere isyan ediyor.

Karıncalar şaşkın, ne yük taşıyor ne ilerliyor.


Bir kelebek omzumda, gülümsüyor.

Yoldaşlarım pencere köşelerine sinmiş.


Son beş adım.

Her adımda yerde bir zelzele.

Her adımda seyircilerde bir korku.


Adım bir: Seyircilerin elleri titriyor.

Adım iki: Seyircilerin gözleri yaşarıyor.

Adım üç: Seyircilerin diline çığlık bulaşıyor.

Adım dört: Seyirciler çığlıklarını yutkunuyor.

Adım beş: İdamlık mahkum iskemleye çıkıyor.


Nefesler tutulmuş, gözler ayaklarda.

Celladın tekmesi iskemlede bitiyor.


İmam!

İmam, söyle bana imam!


Son tebessüm kaç ömre bedeldir?

Son tövbe kaç günahı siler, süpürür?


Son dileğim yaşamak değilse eğer

son dileğim, ölümüm kime cezadır?