Ah, benim ihtiyar ve yorgun ruhum... Ne zamandır saate düşen her dakikada bir faraklit bekler gibi ölümü bekler oldun? Bahçenin mevsimi hep zemheri...

Sen ki yürek işçisi...

Sen ki bir sızıya adanmış ömür...

Ölümün hüküm sürdüğü topraklarda nasibini ararken hep bir ölüm bekledin. Aşk deryasından alacaklısın, hem yandın hem savruldun.

Bir karanfile inanıp sahraya koşuyordun, rayihalar saçılırdı avuçlarından. Çöle darılmak nedir, bilmezdin. Dünya ile türküleri teraziye koyardın ve her defasında bir türkü ağır basardı gönlünde. Demir lokmaların oturduğu boğazından o türkü yankılanırdı.

Neresinden döndün sidretü'l-müntehanın?

Kaç geceye paylaştırdın çocukluğunu?

Kurşunların üzerine yazdığın adreslerde bekliyor musun hâlâ?

Elindeki aynaya yüzün değdi mi hiç? Melekut aleminde mi geziyorsun yoksa hâlâ?

Hangi sevdanın eşiğine bıraktın gençliğini?

Üzerine şehirler çöktüğünde kaçıyor musun hâlâ Kafdağı'na?

Yüreğine örttüğün kara örtünün hatırına hayallerimi besle mazide. Çekip gitme bu limandan ey ruhum... Haydi yüklen ateşi ve kal benimle.

Biliyor musun, sen bensin.

Yüz yıl önce öldüğümüzü de biliyor musun peki?