-Biz niye böyleyiz Cevdet?
-Nasılız Yılmaz, anlamadım.
-Ben de onu diyorum. Ne olduğumuzu nasıl olduğumuzu anlamıyorum. Sabahtan akşama türlü insan oturuyor masamıza. Hepsi belli ediyor kendini. Bazıları var ki gururla sergiliyor.
-Bu sabah pek iş yok Yılmaz. Sen çalışmadıkça bir haller geliyor, tuhaflaşıyorsun.
-Düşünmek istemiyorum artık. Düşünmek zihnimde bir leke gibi, silinmiyor. Veysel gelecekti, geldi mi?
-Geldi geldi. Sağ olsun biraz daha borca soktu bizi. Üstüne çayımızı içti ve gitti.
-Adamın ne suçu var sen de! Dededen kalma bira fabrikası var da pazarı o kontrol ediyor sanki. O da gariban. Her gün saatlerce teslimat yapıyor.
-Ne yapayım Yılmaz? Herkes olur olmadık kızabiliyor bana. Ben de kendime bir ayrıcalıkta bulundum. Çok mu?
-Cevdet, insanlar sana olur olmadık kızmıyor ki. Zaman ve mekan ikileminde fütursuzca savruluyorsun. Çarptığın dallardan da ses geliyor.
-Şiiri önce yaşamak lazım. Belki bir gün...
-Sokaktan geçen insanları izliyorum. Hepsi bir amaç dahilinde hareket ediyor ya da bu tiyatroyu çok iyi oynuyor. İnsanlar artık hep oynamak zorunda gibi geliyor bana. Tiyatro salonları gitgide küçülüyor.
-Soruna cevap bulur gibiyim Yılmaz.
-Hangisine?
-‘’Biz niye böyleyiz’’ dedin ya, ona işte
-Lütfen Cevdet...
-Öncelikle belirtmek gerekir ki biz ithal ürünleriz Yılmaz. Oturuşumuz, kalkışımız, sigara içişimiz, lafı dolandırmamız... Hepsi ithal bunların. Vakti zamanında cebimize sağdan yahut soldan kafiyeli ve bir o kadar akılda kalıcı lafları doldurmuşuz. Akşam pazarı ucuzluğunda herkese satıyoruz. Bazen hiç utanmıyor ve belli miktar alkolün rehavetiyle ‘’biz edebiyatçılar’’ diye bahsediyoruz kendimizden. Kendine bir bak Yılmaz. Yazacağım diye yaşamaz oldun. Artık aşkı sarı kağıt ve mavi mürekkepten ibaret sanıyor olmandan korkuyorum.
-Yaşantımızı çok hızlı ve yok yere harcadık Cevdet. Şimdi ise elimizde matematiksel olarak yaşanması gereken yıllar kaldı. Gücüme gidiyor Cevdet. Ben böylesine çarçur etmişken hayatı, onun böbrekleri iflas ediyor. Oysaki benimkiler etse... Onun daha yaşaması gereken yıllar var.
-Hiçbir ölüm erken ya da geç değildir. Ölüm, ölümdür ve tam vaktindedir.
-Bu konuyu felsefeye dayandıramam. Bir şeylere isyan etmem lazım. Tüm cesetleri sırtımda taşıyorum Cevdet.
-Fazla yükten boğulacaksın. İnsanlar bir halata aldanacak Yılmaz, yapma kendine bunu.
-Daha masaları silmedin mi? Tüm angaryayı bana yüklüyorsun. Sonra güzel kadınlar ve hoş sohbetler sana kalıyor, kınıyorum.
-Sileriz, onu boş ver sen şimdi. Dün Fetvane’de bir kavga... Ece Ayhan’ın sonuna kadar...
-Ne olmuş?
-Alkol her bünyede durgunluk ve melankoli uyandırmıyor Yılmaz. Kanda belli bir seviyenin üstünde alkol bulunduktan sonra kavga ve seks herhangi bir sebepten yola çıkabilir. Bir nevi katalizör...
-Polisler çok geç geliyor. Ondan büyüyor bu kadar.
-Kavga mı seks mi?
-Bu sokaklarda kavga büyüyor, seks ise çok büyütülüyor Cevdet. Sanki herkes piramidin tüm basamaklarını gerçekleştirmiş de bir tek seks kalmış gibi. Ayrıca bir süredir kavgalardan başka bir yakınlaşma da olmuyor buralarda. O yüzden dile vuruyor Cevdet.
-Dil önemli.
-Cevdet
-Buyur Yılmaz.
-Ben sanırım kopuyorum hayattan.
-Nerden çıktı şimdi Yılmaz bir anda?
-Öyle bir anda falan değil. Bir süredir parmaklarımın son eklemleriyle, kan ter içinde tutunuyordum. Ama artık öyle bir gücüm kalmadı Cevdet. Yaptığım her şey gülünç geliyor insanlara. Kendimi modern toplumun soytarısı gibi hissediyorum. Müşteri geldi, bakıyor musun?
-Tamam ben bakarım.
-Çok bulaşık var mı?
-Var da Hasan yıkar.
-Çok yükleniyoruz ona Cevdet.
-Modern toplum, her zaman olduğu gibi ihtiyaçlarını karşılamak istiyor. Aşağılayacak bir kesim bulmak da bu temel ihtiyaçlardan bir tanesi. Artık yapması özgünlük ve tutku gerektiren her şey soytarılık oldu. Bununla yaşamak da kolay değil.
-Ölü bir ozan olsam bu duruma rahatlıkla alışırdım.
-Bazen ölü olmak da yetmez Yılmaz.
-O da bir şey mi? Bazen ozan olmak bile yetmez.
-Ne zaman düzelecek Yılmaz?
-Bunu belirli bir zamana bağlamak veya şartlamak öz benliğimize saygısızlık olur diye düşünüyorum.
-Yapma işte bunu Yılmaz. ‘’Bilmiyorum.’’ de mesela.
-Bilinmezlik canımı sıkıyor Cevdet böyle anlarda. O yüzden dilim varmıyor.
-Yılmaz
-Efendim Cevdet?
-Çok yalnızsın arkadaş.
-Tamam doğrudur da her doğruyu böyle ulu orta konuşacak mıyız?
-Dün seni biriyle otururken gördüm. ‘’Tamam öyleyse, git.’’ dedin. Anlamamıştı seni belli ki.
-Anlaşılmaz bir kalabalıktansa yalnızlığımı tercih ediyorum. Ama yanlış anlaşılmasın, tercihen yalnız değilim.
-Onu biliyorum canım. Yedi bira sonra sayıklamaya başlıyorsun.
-Her seferinde yüzüme vuruyorsun. Baştan içmeyelim diyorum. ‘’Yok sen anlat, ben dinlerim.’’ diyorsun.
-Bunlar gülelim de zaman geçsin diye yapılan küçük şakalar Yılmaz. Dinlemiyor muyum?
-Dinliyorsun Cevdet, var ol.
-Geçen saksı aldım bit pazarından. Satan kadın porselen olduğu konusunda iddialıydı. Fakat yalanın da bir sınırı olmalı.
-Neden saksı aldın Cevdet?
-Kendi tarifimce, çok yorgun bir kırmızıdan gün doğumu sarışına geçen bir rengi vardı.
-Günler geçiyor. Kırmızılar yorgun, sarılar fazla mutlu ve son dizeler hep nahoş.
-Bazen ilk dizede okumayı bırakasım geliyor Yılmaz. Devamının kötü olmasından korkuyorum. Yeni bir dizeye alışmak ne kadar zor bilir misin?
-Her şiir bir bitiştir fikrimce.
-Yanılıyorsun Yılmaz. Her bitiş bir şiirdir. Dön de kendine bir bak. Neyse... Ne diyordum?
-Saksı...
-Sonra öylece baktım saksıya. Evin neresinde duracağına, hangi çiçeğe zindan olacağına bir türlü karar veremedim. Çok iş olmaz bugün. Birazdan Füsun da gelecek. Biraz yürüyelim mi Yılmaz, şöyle denize doğru?
-Olur Cevdet.
-Yalnızca ‘’Olur.’’ mu? Yürümek üstüne süslü laflar etmeyecek misin?
-Yürürken süslü laflar edeceğim, sabret biraz.
Havadan sudan ve olur olmadık konulardan konuşarak şehrin sokaklarını adımladılar. Onları birbirlerine bağlayan bir şey vardı. Bu; çok içmeleri miydi, hayata karşı aldıkları tavır mıydı yoksa hala farkına varamadıkları bir şey miydi bilmiyorlardı. Bilmeyi de çok önemsemiyorlardı artık. Olan, bu sefer dostluk adına olmuştu ve belki de ilk defa keyifliydi. Zamana aldırmadan yapılan bir yürüyüşün ardından deniz kenarında, gözden ve gösterişten uzak bir yerde oturdular. Vakti gelene kadar ikisi de konuşmadı. Çünkü onların zorlama sohbetlere ihtiyaçları yoktu. Susmak da bir paylaşımdı onlar için.
-Sanırım ben beceremiyorum bu işleri Yılmaz.
.-Becerememek ne hissettiriyor sana?
-Bir hayat dolusu yalnızlık. Bir kadın geliyor mesela. ‘’Seni seviyorum.’’ diyor. Ben de onu seviyor oluyorum. ‘’Şimdi ne olacak?’’ diyorum sonra kendime.
-Ne olacağını bilecek yaştasın Cevdet. Biraz gezeceksiniz, biraz sohbet edeceksiniz ve baş ağrısıyla ters bir orantıda sevişeceksiniz. Bazen zor zamanlar olacak. Atlatmak için gayret edeceksiniz. Böyle uzar gider Cevdet.
-Anlatmaya başlıyorlar. Günlerini, aldıklarını, sevdikleri yemekleri, dinledikleri müzikleri... Boynumda beyaz bir tasmayla çalıştığım günleri hatırlatıyorlar bana.
-Artık insanlar ambalajlarıyla var oluyorlar Cevdet. Senin ‘’tasma’’ diyerek küçümsediğin bir beyaz yakalı olmak için yıllar harcıyorlar. Bırak da ambalajları pazarlamayı senden daha iyi bilsinler.
-Ben pazarlamayı bilirim de ambalajımı bilmiyorum Yılmaz.
-Bizden olsa olsa tekel poşeti olur. Dışarıdan o siyah tekel poşetine bakan bir insan, içinde zararlı bir şey olduğunu anlar. Ama tam olarak ne olduğunu asla bilemez.
-Önce kendini sev Yılmaz. Seni anlamayan insanların sana ettiği hakaretleri gerçek sayıyorsun. Öylesine çürütüyorsun ki kendini, yakında etin kemiğinden sıyrılacak.
-Ben bana yakın olan şeyleri sevemiyorum Cevdet.
-Kendine bu denli nefret beslemek en büyük çelişkin olmalı.
-Tanrı affetsin şiir gibi konuştun.
-Anlattığın kadarını bilsem de Leyla iyi kız Yılmaz.
-Bu iyi oluşta canımı sıkan bir şey var. Sabah kalkıp işe gitmek gibi, her gün kravat takmak gibi ya da ne zaman nerede olacağını bilmek gibi bir rutin var. Bu yüzden anlam atfedilmeden, durduk yere yakılan bir sigara alışkanlığı oluşturmasından korkuyorum Cevdet.
-Belki de bir rutine ait olmanın vakti gelmiştir.
-Bazı insanlar yalnızca birer istasyon ya da dinlenme tesisidir. Ben de onlardan biriyim Cevdet. Varılacak bir lokasyon değilim.
-Yine de yalnız ölmek istemezdim.
-Ölmek şahsi bir eylemdir. Ama yine de seni avutacaksa ben başında beklerim arkadaş.
-Var ol Yılmaz. İnkar etsen de güzel adamsın.
-Günü öldürme vakti geldi mi, ne dersin?
-Geldi Yılmaz, gidelim.
Günü öldürmek onlar için evlere dağılmaktı. Aslında çoktan yeni bir gün başlamıştı. Yalnızca güneşini bekliyordu. Bir yere kadar beraber yürüyüp ayrıldılar. Sonraki gün bugünden farklı olmayacaktı. Hep bir teorileri, fiyakalı cümleleri olacaktı fakat aynı sandalyelerde aynı içkileri içeceklerdi. Çünkü bazıları için farkında olmak yeterlidir.