Geçen beş yılıma her baktığımda, hep üniversitede ilk yılımı yoğun, verimli, geliştiğim bir yıl olarak hatırlarım. Bir türlü peşimi bırakmayan geç kalmışlık hissiyle durmadan okur, araştırırdım. Rüyalarıma girerdi okuduklarım. O zamanlar öğrendiklerimin büyük bir kısmını şimdiye kadar unutsam da kendimden memnun olduğum, beynimin zehir gibi çalıştığını hissettiğim bir yıldı. Sonraki 3 yıla dair hem söyleyecek çok şeyim var hem de hiçbir şeyim yok. O geç kalmışlık hissiyse hiç geçmedi bahsettiğim üç yılda. İki bin yirmi bire baktığımda ise kendimin en zayıf ve zor kısımlarını gördüğüm, bunları kabul etmeyi ve öz-şefkati öğrenmeye çalıştığım bir koca seneydi. Zayıf olduğun yönlerini kabul etmek müthiş rahatlık ve öz-şefkat yaş aldıkça kişinin edinebileceği en büyük meziyetlerden şahsımca. Bu yıl, bir yıl değil de dört yıl gibi geldi, bilmem neden dört, öyle hissediyorum. Büyüdükçe zaman hızlanıyormuş gibi gelir ya bu yıl öyle olmayan ilk yılımdı. Bir daha böyle birkaç yıl gibi hissettiren bir yıl ne zaman yaşarım bilmiyorum.