Perdenin kenarından bakmak için ideal bir gece. Ne mavisinden yoksun ne de senden benden yoksul. Yürümeye kalksan deve adımlarıyla on ikiyi geçer. Saat de on ikiyi geçerse geceye yakalanır. Geceye yakalanmayanlar masal prensesi olur. Gecede sesini çıkaramayanları kimse duymaz. Bıraksan asırlarca hürmet ederler. Sabır, bir boğa misali gözlerinden ateş fışkırtır. Beni anlayabilmen için kelimelerini kırıştır. Gözlerini kırpıştır, bildiklerini bölüştür, bir şeyin ucunu bir başkasına yapıştır, ikinci, üçüncü anlamları birincisiyle yarıştır, kaybedenleri kazananlarla barıştır. Sarışın bir gündüze esmerlik karıştır. Gece olsun, mavinin dibine batan bir gece. Madem yoksun, gece de mavisinden yoksun. Seni ararlarsa bulmaları için perdenin kenarından bakmak için ideal bir gece bu, biliyorsun.


Üstümüze vazife olmayan barış anlaşmalarını bırakalım da Atlas’ın sırtına yüklesinler. Bizim gibi on iki adımlık bir göreve çıkan birini bulana kadar yükü dağlar taşlar kadar olsun. Madem gece de ben de yoksuluz, o halde güneşin eteklerine edepsizce sarılayım. Altın da güneş de sarıysa, aralarında zengin bir çıkar ilişkisi olmalı. Bunu bir haber bülteninde yayınlatabilirsem dişlerim düşlerimi dişleyebilir. Fikir alt üst ederse beni, mezarlığa yürümekten vazgeçebilirim. On dokuzuncu yüzyılı aştıysak bir köşeye resmimi dahi astırabilirim. Adıma para da bastırabilirim, adımla başlayan şiirler de yazdırabilirim. Eski adetlere takılmazsam bir gezgin olur, su üstünde gemiler yüzdürebilirim. Kaptana deryayı sorgulatabilirim. Bilirim ki bunu yapabilirim. Önce el emeği göz nuru bir bahane bulup matem ezgileri arasında bir girizgah tutturmalı, aslını astarından ayırmalıyım. Madem on iki adım atacağım, aslı bende gizli kalmış nedenlerimi saman altından küçük adımlarla taşımalıyım. Çıkacak gürültüyü bastırmak için bir şarkı bulmalıyım. Belki yeni yetme bir pop şarkıcısının naralarına karışırım.


Şımarık duygularımın minnacık vücutları olsa yüzümün bir köşesine yapışmış dudaklarıma benzerlerdi. Dudaklarım kulaklarımdan farklı. Kulaklarımı zamanla lüzumsuzu lüzumlu sanıp çok kabarttım. Kimin ne dediğine çok takıldığım zamanlar oldu. Minbere çıkıp kasap havası söylersen hesabın çabuk yapılır dediler. Acelem olsaydı minderden kalkıp minbere geçerdim. Acelem olsaydı ışık hızında adım atardım. Acelem yoksa bir ata biner göğe yükselirdim. Acelem var mı, yok mu diye düşünmedim. Kimsenin yapmadıklarını yaparken kimsenin ne yaptığıyla ilgilenmedim.


Altı üstü elleri kolları olan bir nesneyim. Bir şey var edebilir miyim? Bir şeylere var diyebilir miyim? Olur diyebilir miyim? Oluru var diyebilir miyim? Oldurabilir miyim? Olduğu gibi kabul edebilir miyim? Sahip olmadıklarım için olsun diyebilir miyim? Bir şey olsun isteyebilir miyim? İstediklerime olmasa da olur der miyim? İsteklerime olmaz diyenlere olsun diyebilir miyim? Olsun isterken olmasa da olur demeli miyim?Onun için bir şey yazabilir miyim? Birkaç kelime kullanabilir miyim? Kelimeleri soru sorarak harcayabilir miyim? Bunu yapabilir miyim?


Arzı endamımı gam yıkıp geçerse her bir parçamı bir başkasından toplayıp beni yeniden oluşturanlara hürmetlerimi vasiyet bırakıyorum. Tekrar gelirsem Frankeştayn muamelesi görüp anlaşılamama korkusunu bu gelişimde yaşadım, bu sefer beni şaşırtın. Hazırladığınız her sürprizi kendinize saklayın ki sürpriz olsun. İki kişinin bildiği sürpriz olmaz. Bilip de bilmezlikten gelmeyi sanat diye dize aralarına serpiştirmek zorunda kalırsınız. Çocuklar okur ve bulamaz. Yeni nesilleri beceremediğiniz sürprizlerle felakete sürüklerseniz beni hiç çağırmayın. Tekrar geldiğimde bu sefer çocukları mutlu görmek isterim.


Sana başından beri bir şeyler anlattım ve sorular sordum. Bu geceye özel belki de seni de tekrar var ederim. Geçmişte var olanı var olandan daha güzel hayal etme gibi bir meziyetim vardı. Buna uzunca bir süre ara vermiştim. Yeniden başlamak isterim. Maddi kazanç sağlama niyetiyle olsaydı bu, bana da ticari bir taksi muamelesi gösterip bir süre benimle gittikten sonra kendi yoluna devam edebilirsin derdim. Ben gördüğün gibi ne çok şey derdim. Ben duymadığın daha ne çok şey derdim. Senin de içinde bulunduğun ve benim söyleyince büyüsünün bozulacağına inandığım ne çok şey vardı, hepsi benim derdim. Hepsi benim derdim ama benim olmayan kısımlarda asılı kalan dış cephe fiyasko tanıdıklar albümleri var. Benim tanıdığım ama artık bana ait olmayan kişiler evimin camına yapışıp kalmış sokak tozu gibiler. Ben söylemesem de tutunuyorlar, bağlanıyorlar, bağlanıp kalıyorlar dahası kopmuyorlar, kopsa da gitmiyorlar.


Dünyanın yuvarlak olduğuna konuşurken başa dönünce inandım. Küçükken sandığım ne varsa bilimsel bir bıçakla hepsini bıçakladım. O kadar fazla ip kestim ki bağlı kalacak bir şey kalmayınca bağlanamayacak kadar özgür kaldım. Kaldırıp attığım oyuncaklarımı tekrar görsem, kaldırım taşlarının kenarlarına basmadan yürümeye tekrar başlasam kimseye gerek duymadan tekrar geri dönebilirim. Öyle olursa vasiyetimi de değiştirmeliyim. Belki de eldivenlerim olsaydı elimden kayıp gidenleri de tutabilirdim. Kayan yıldızları tutup yerine iliştirebilirdim. İlişkilendiremediğim ne varsa ipe dizer, un serer, unu bir kazana koyar, eşeği suya salar ve gelene kadar da kazanı doğurtur, kürkün karnını doyurur, ya tutarsa dediklerimi kolaçan ederdim. Beni bana bırakırsanız tarihe kaçarım.

Tarihe kaçan geçmişe kaçar. Geçmişte olsam kendimi dün sabahta bulurdum. Dün bugün olursa bugünümü şimdiden anlatmalıyım.


Bugün bindiğim dalı keserken etrafı bir kestim. Sizin aklınıza gelmeden söyleyeyim ki düşmekten korkmuyordum dalı keserken. Beni tutan ipler var. Hani şu sirklerde çeşitli sirkülasyonlar yapan cambazlar kafayı kırmasın diye onları tutan ipler gibi benim de iplerim vardı ehemmiyet babında. Kesmeye çalıştığım dal kaleme dönüşene kadar sürrealizmi sadece Salvador Dali’den duymuştum. Ama şimdi kolumda bana olan aşkından eriyip biten saatime bakıp özel kalemimle bir şeyler yapmayı planlıyorum. Kalemle iplerim münakaşaya girmeden önce onları ayırmalıyım. Biliyorum taraf tutmamalıyım ama bu kalem un serer bu ipe, bu ip zaten kuyruk kuyruğa tutuşmuş bukalemun sürüsü. O yüzden ipler görünmez. Sahnedeki sihirbazı ilahlaştıran doğal etmenlerdir.


Bugün ilahlaşırken bir iki kişiyi bağladım. Özel kalemimle bağlar kurup Eros’u tahtından da edebilirim. Kuralları baştan konmuş bir ortam yaratırsam dolambaçlı laflar etmeden niyetimi açıktan belli ederim. İki insan bile isteye göz göze geldikten sonra tek vücut olmak için bir yıl beklememeli derim. Kalemimle onlara belirli tarihler verirdim. Reçetesini yazan doktorun ciddiyetinde, geminin doğru rotada olduğuna emin kaptan duruşuyla şeytan üçgenini üçgen peynire dönüştürebilirdim. Bunun yerine masadan kalktım. Ortaya konan karmaşadan herkes bir kaşık aldı.


Hazır tekrar gelmişken üzüldüğümü belirtmek isterim. Yaşlı kadınların yaygaralar kopararak bilip bilmeden ortaya yalan yanlış bilgiler vermesi gibi infaz edildim hayatım boyunca. Benim sırtımda peşin hükümler adasının Robinson Crusoe’su mu yazıyor? Ya kesseydim dalı. Bu, kendi içinde determinist bir sancı doğurur. Kaleme dönüşmesi gereken bir dalı vaktinden önce kesmek ilahlaşmak üzereyken iplerin renk değiştirmesidir. Ya yer yerinden oynasaydı, ya altıncıya gelişimde artık on iki adımı tamamlamadan gitseydim, ya similasyon içine çökseydi? Bana müteşekkir kalın. Bir dalın ömür boyu hatırı vardır.


Hayır, söylediklerimden gerçekten bir beklentiniz olsaydı bana hiççi ahlakınızdan bahsederdiniz. Boş verin. Kör olasıca bir ritüel bu, elimi koluma bağlayan ritüeller. Ne tesadüf! Tıpkı ipler gibi. O iplere bıraksam kendimi, özel kalemimi tutacak parmaklarım ne işe yarardı? Bırakmadım, henüz, belki laf olsun diye. Bırakmadım ve on iki adım attım geceye. Yürürken pencere kenarından sana bakmak istedim. Her şey idealdi. Gök mavisine biraz Van Gogh karıştırdım. Geceye yakalanmak için hazırım.