Canının ağırlığıyla sınanmak kılıfı değişmiş kalbe benzer. Her minareyi çalan çalan doğru kılıfı bulamaz. Bazen ise büyük gelir kaftanı hayallerinize. Onlar ise o sırada kalplerini bir daha o kılıfa sokmazlar. Giyilmiş kaftanı gösterirler uzaktan. Ve hep aynı cümleyi kurarlar "bu, çağlar öncesine ait kaftanım; bir daha hiç layık olmadım." Her düşüncede bir anlam daha çıkarırsınız, öyleyse düşünün. sana ait olmayanın üzerinden sana ait olanı sorgulamak, refleksiftir; kabulümüz.

eğimi dik bir yokuşa tırmanıp ne varsa yankı yankı söylemek ve kendini dinlemek sonra... Dağlara çarpıp tokat gibi dönen isyanınız mı daha ağır, yatağın altına savrulan boşvermişlikleriniz mi, kendinizle örttüğünüz üzerini, yoksa karanlığınız mı mıh gibi çakılan. hele ki ayaklı bir hafıza iseniz, istemeye istemeye yok ettiğimiz birçok hissin ıssızlığında nereye koyduğumuzu bilmediğimiz bir anahtar gibi sevgimiz. Aynı yere koymazsak her arayışımız daha panik, sorgulayıcı, bilinçsiz. Anahtarı nereye koyduğunuzu bilen bir insan ise en tehlikelisidir. kolay kolay kaybolmayacagını bilir, ser verip sır vermemek için bir tekerleme yuvarlar. eğer pirincin taşının ayıklamakta bilgeyseniz anlatılmak isteneni anlar ve kabuğunuza çekilirsiniz. Bilgeliğinizin penceresini değil, ihtimallerin tekerlemesini yuvarlarsanız güzellemenize, ağrının provasını yük edinirsiniz en kambur kısmınızda. dik durmanın sancısı vururken incilerimizi, berrak bir su değil ki sevgileriniz; kanımıza karışan hissiyatı kalem olduğu gibi söylesin.