Bir şiirin içinde yüzüyordu vapur. “Unutma ki dünya fani” diyordu billur sesiyle kadın. "Veren Allah alır canı.” Bu sözler, vapurun içindeki gürültünün doğurduğu sessizliği delip geçen ve kulaklarıma ulaşan sözlerdi. Hemen solumdaki iki koltuğu iki küçücük çocuk minicik bedenleriyle dolduramıyordu. Biri erkek, biri kız.  Karşılarındaki koltukta ise anne ve babaları oturmuştu. Anne, bebek arabasına yaslanmıştı; içinde tombul ve kıpkırmızı yanakları, kıvır kıvır saçlarıyla bir erkek çocuk uyuyordu. Bebek, huzur içinde derin uykusunda, annesinin kanatları altında güvende hissediyordu.


Şarkı söyleyen, sesi parlayan kadın ise “Uyan Ali’m uyan” diyordu. “Uyanmaz oldun.” Kadının sesi; insanların sohbetlerine ve vapurun motor sesine  karışarak ortamı adeta büyülü bir hale getiriyordu. Sol çaprazımda, saat on bir yönünde beyaz yüzlü, ince dudaklarıyla ve gümüşi renkli başörtüsüyle genç bir kız, yanındaki adamın omzuna başını koymuştu. Gözleri kapalı, sanki şarkının büyüsüne bırakmıştı kendini. Adam ise kara kaşlı, kara gözlüydü ve denizi seyrediyordu. Gözlerinde, derin düşüncelerin mi yoksa sevdiceğinin başını omzunda hissetmenin mi izleri vardı? Belki de o an bir şiirin içinde hissediyordu kendini. 


Tam o sırada "Sana ömrümü verdim ey nazlı güzel," diyerek şarkıyı sonlandırdı kadın. Bu sözler, isterdim ki vapurun içinde yankılanarak her bir yolcunun kalbine dokunuyor olsun. İncecik hilal kaşları olan kızı omzunda konaklatan adam, denizi seyrederken, şarkının etkisiyle bir anlığına başka bir dünyaya ya da hülyalara dalmış gibiydi. Kızın sol kaşının üstünde, alnında bir damar belirginleşmişti.


Vapur, Boğaz'ın serin sularında süzülmeye devam ederken, etrafımdaki her bir ayrıntı daha da belirginleşiyordu. Çocukların gözlerindeki merak, annelerinin gözlerindeki şefkat, iştiyakla yapılan dedikodular, genç kızın yüzündeki huzur ve adamın gözlerindeki derinlik, hepsi bir araya gelerek adeta bir yaşam tablosu oluşturuyordu. 



O sırada şarkı söyleyen kadının sesi yeniden duyulmaya başladı. “Gün gelir de beni unutursun demiştin.” diyordu. “Kalbimdeki bu derdi uyutursun demiştin.” Kadının sesi, vapurun her köşesine yayılıyordu. Herkes, isterdim ki bu naif melodinin etkisi altında kalmış olsun. Genç kız, başını adamın omzundan kaldırdı ve gözlerini denize dikti.


Kızın alnındaki damar, belirginliğini koruyordu; duygularının yoğunluğunu gözler önüne seriyordu. Adam, denizi seyretmekten vazgeçip genç kıza baktı. Bir an için birbirlerine derin bir sevgiyle baktılar, sonra tekrar denize döndüler. Bu bakış, kelimelere ihtiyaç duymayan bir iletişimin sembolüydü. Vapur, onları sarıp sarmalayan bir huzurla ilerliyordu ve sonra yavaşça iskeleye yaklaştı. İnsanlar, bu büyülü yolculuğun sona erdiğini fark ederek toparlanmaya başladılar. Tabii büyü kısmını ben ekliyorum. Herkes, isterdim ki bu kısa ama derin yolculuktan aldığı huzuru ve duyguyu kalbine kazımış olsun. Vapurdan inerken, isterdim ki herkesin yüzünde bir tebessüm, gözlerinde ise derin düşünceler olsun. 


Ben huzurlu adımlarla iskeleye indim. Bir an durup Boğaz’a son kez baktım. Bu anı, bu duyguyu, bu huzuru içimde saklamak istiyordum. Dünya faniydi belki ama, isterdim mi bu an, bu yolculuk, kalbimde ölümsüz bir iz bırakmış olsaydı.