Sessiz geçen bir hafta olmuştu. Günlerim okula gitmek, kitap okumak ve kalan zamanda da yakın arkadaşlarımla zaman geçirmek ile geçiyordu. Hafta içi bütün derslerim bitmişti. Okulun ilk haftaları olduğu için derslerim fazla yoğun olmasa da yapmam gereken ödevlerim, okumam gereken metinlerim vardı. Yine de hayatım akademik açıdan sorunsuz gidiyordu.
O cuma öğleden sonrasına kadar bir plan yapmamıştım. Sabah ders için fakülteye gitmiş, çıkışta ise fazla yakın olmadığım bir arkadaşımla buluşmuştum. Günüm her zaman olduğu gibi ilerledi, buluştuğum arkadaşımdan ayrıldıktan sonra iki en yakın arkadaşım ile üniversitenin futbol sahasında oturmaya gittik. Güneş tepemizde ekim ayı için beklenmedik bir sıcaklıkta ışıldıyordu. Çevremizdeki insanlar bulunduğu konumun tadını çıkarıyor, yazdan kalma sonbahar gününü keyifle geçiriyordu. Ben ve iki arkadaşım için de durum farklı sayılmazdı, güneşin altında çimenlere uzanmış müzik dinliyorduk. Cuma günü olduğu için öğleden sonra herkesin planları vardı. Birimizin akşam üniversitenin Fransız kültür topluluğu ile partisi vardı ve bu yüzden kendini öğlen odaya kapatacak ve hazırlanmaya verecekti. Diğeri ise kendi arkadaş grubu ile dışarı çıkacaktı. Bana cuma için planımı sorduklarında ise cevabım “bilmiyorum.” olmuştu.
Gerçekten de bilmiyordum ne yapacağımı. Bütün bir haftam boş geçmişti ve bu cuma akşamından ümidim vardı. Fakat genelde planlarımı yaptığım iki insanın bensiz planları vardı ve bir nevi ortada kalmıştım. Tanıdığım başka insanlar vardı ve onlara dışarı çıkmak isteyip istemediklerini sorabilirdim veya güne bir önem vermeyi bırakıp tek başıma yapmam gereken işlerimi yapabilirdim. Bir an önce karar vermem gerekiyordu çünkü saatler benim karar vermemi beklemiyordu.
Güneşin en tepede olduğu saatlerden birinde sahadan ayrıldık arkadaşlarımla. Herkesin kendine göre işleri vardı ve benim de kendime bir tane bulmam gerekiyordu. Odama gidip ne yapacağıma odada karar vermeliyim diye düşündüm. Gittiğimde oda boştu, oda arkadaşlarımın -en nadir dışarı çıkanın bile- bir işi var demekti. Masamın başına oturdum ve tanıdığım, benimle dışarı çıkmayı isteyecek insanları gözden geçirdim. Elbette birkaç kişi vardı ama içimde bir yerlerde hala bu akşamın özel olmasını istiyordum ve çoğu bu özelliği sağlayacak insanlar değildi. Birlikte olmak isteyeceğim birine mesaj yolladım fakat şehrin dışında yaşıyordu ve gününü sırf benim için yollarda geçirmek istemedi. Birkaç saatlik arayış ve oyalanmadan sonra bugünün düşündüğüm gibi özel bir yanı olmadığına karar verdim. Bir günüm daha sıradan geçebilirdi, bu durumda bir sorun görmedim. Saat geç oluyordu, öğleden sonraya yaklaşıyorduk. Kalan zamanımı akşam yemeğine ve sonrasında kampüs içerisinde bir yere oturup kitap okumaya ayırmaya karar verdim. Ne kadar beklentilerim bu yönde olmasa da bir başka sıradan ve sakin günü daha kaldırabilirdim.
Çantamı kitaplar ve defterler ile doldurup yemekhaneye doğru yola koyuldum. Akşam yemeği saati yaklaşıyordu ve yemekte yemekhane standartlarına göre güzel bir menü vardı. Tavuk ve brokoli, mercimek çorbası, pirinç pilavı ve cacık. Menü güzel olduğu için daha ilk dakikalar olmasına rağmen yemekhane önünde uzun bir sıra oluşmuştu. Sıranın en sonuna doğru ilerledim ve en arkada eski oda arkadaşımla karşılaştım. Onların olduğu odayı terk edeli çok olmamıştı. Onlarla kişisel bir sorunum yoktu, sorun odanın kendisindeydi. Oda koca yurttaki en eski ve en eksik olanlardan biriydi ve odada kalanlar bunu umursamıyor, hatta odanın güzel olduğunu savunuyordu. Penceresinin önü çöplerle kaplıydı ve zemini betondandı. Odayı ne kadar temizlemeye çalışırsanız çalışın kirli görünüyordu ve her zaman eşyaların üzerinde bir katman toz oluyordu. Yine de orada kalan insanlar bu durum için bir şeyler yapmaya çalışmıyordu. Pislik içinde yaşamaktan bıktığım için yakın arkadaşlarımın birinin odasında boşluk oluşur oluşmaz başka bir odaya taşındım. Dediğim gibi eski oda arkadaşlarımla kişisel bir sorunum yoktu ve bu yüzden selam verip sıraya onlarla girdim.
Okuduğum üniversite ülkenin en kalabalıklarındandı. Sıra bütün yemekhane binası boyunca kıvrımlı bir şekilde uzanıyordu. Beklerken, ne kadar hemen yanlarında olsam da arkadaşımla aramda bir konuşma olmadı. Kulaklığım takılıydı ve o da müzik dinlerken bana dokunulmayacağını biliyordu. Sıra bir şekilde ilerledi, yemeğin de bir şekilde sonu geldi. Daha bir hafta öncesine kadar aynı odayı paylaştığım, alt alta ranzada uyuduğum insan bütün yemek boyu sessiz kalmayı tercih etti. Habersiz terk edişime kırılmışa benziyordu. Elimden gelen bir şey olmadığını düşünerek kendimi avuttum. Sonuçta insanlar gelir ve insanlar geçerdi.
Yemekhaneden ayrıldığımda güneş yeni yeni batmaya başlıyordu. Bütün bir yemek boyu konuşmayan arkadaşım çıktığımızda ne yapacağımı sordu. Hala ne yapacağım hakkında net bir fikrim yoktu. Günün en sevdiğim saatleriydi ve muhtemelen sabah arkadaşlarımla oturduğum sahaya gidip gün batımı eşliğinde kitap okuyacaktım. Yanımda beni bekleyen arkadaşıma ders çalışmaya gideceğimi söyledim ama tam o anda karşımda fikrimi değiştiren o yeri gördüm.
Geniş kampüs çimenlerinin ortasında açılmış büyük, mor renkli bir pankart… Üzerinde üniversitenin Rock müzik topluluğunun adı yazıyordu. Aslında daha çok R&B müziğe ilgim vardı ama o gün evine dönmüş olan yakın bir arkadaşım sayesinde rock müzik hakkında da yeterince bilgim ve ilgim vardı. Pankartın hemen önünde beş erkek vardı. Deri ceketli, uzun saçlı ve muhtemelen benden birkaç yaş büyüklerdi. Hepsinin elinde birer müzik aleti vardı; elektro gitarlar, bas gitar, bateri ve bir adet saksafon. Vakit geçirmek için harika bir yere benziyordu. Henüz çalmaya başlamamışlardı ve bu da saatlerimi burada geçirebileceğim anlamına geliyordu. Heyecanlıydım, çünkü amatör de olsa ilk defa bir rock konserinde bulunacaktım.
Çimenler insanla doluydu. Tek başıma oturacak bir yer bulmak çok zor oldu ama en sonunda iki büyük arkadaş grubunun ortasında bir açıklık buldum ve yerleştim. Hemen önümde küçük de olsa bir ağaç vardı ve grubu görmemi engelliyordu. Ancak yeterince eğilirsem çalan kişileri görebiliyordum. Grup çalmaya başladı ve beklediğimden daha iyilerdi. Etrafımdaki insanlara baktığımda onlar da hem fikir olacaklardı ki neredeyse herkes ritme ayak uyduruyordu. Müzik ne kadar ilgimi çekse de çevremi incelemek daha çok hoşuma gitmişti. Yalnızdım ve bu etkinliği kaçırmayacak insanlar tanıyordum, bu yüzden yeterince dikkatli bakarsam birlikte olabileceğim birilerini göreceğime inandım. Fakat etrafta hiç tanıdık yüz yoktu. Bütün bu “birileriyle olma” uğraşımı sona erdirip kalan zamanımı müziği dinleyerek geçirmeye karar verdim. Grup güzel çalıyordu ve uzun bir süre bitirmeye niyetleri yokmuş gibi duruyordu. İnsanların da ilgisini çekmişti ve aylardır hayalini kurduğum o kusursuz üniversite etkinliğindeymişim gibi hissettim. Güneş batmaya yaklaşıyor ve hava serinliyordu. İnsanlar ceketlerini üzerlerine almaya başlamıştı. Tam o sırada dakikalardır yanımda oturan “onu” fark ettim.
Ortalama, sıradan kelimelerinin vücut bulmuş haliydi. Sıradan bir saç kesimi, tatlı gözlükler, yüzüne şekil katan bir burun ve normal bir insanda ne özellikler varsa hepsi… Beyaz montu, çiçek desenli sırt çantası ve salaş kazağıyla göze çarpan herhangi bir özelliğe sahip değildi. O da yalnızdı, benim gibi. O da etrafındaki insanları süzüyor, birkaç kelime etmek için insanlara bakıyordu. Söyleyecek sözleri olduğu kesindi. Belki tek istediği birinin ona nasıl hissettiğini sormasıydı. Veya belki de saatlerce kendinden bahsetmek gününü güzelleştirecekti. Yüzüne göre küçük duran gözlüklerinin arkasında benimle aynı hisleri taşıyan, benimle aynı yalnızlığa sahip birinin gözlerini gördüm. Ben onun gözlerine baktım ama gözlerimiz birbirine hiç kavuşmadı.
Dakikalarca aramızda iki adım mesafe ile oturduk. Grup gerçekten harika bir performans gösteriyordu. Etraftaki herkes olduğu yerden memnundu ve müzik onlar için tatlının üstünde dondurma gibiydi. Hayatın keyifli olduğu saatlerdi. Yapmam gereken tek şey iki adım ötemdeki benimle aynı yalnızlığı yaşayan insanın yanına gidip ikimizin de tek eksiği olanı gidermekti. Defalarca adım atmaya hazırladım kendimi. “Yalnız mısın?”, “Selam.”, “Yanına oturabilir miyim?” söylenebilecek çok söz vardı. Birkaç kelime onu bana yaklaştıracaktı. Yalnız kalmayı isteme durumunda onu yalnız bırakırdım ve yoluma bakardım. Bir deneme, elimdeki şansı değerlendirmeydi tek yapmam gereken. Arkada çalan keyifli punk şarkı da elinden geldiğince yardımcı oluyordu.
Konser başlayalı bir saat olmamıştı. O geldiğinden beri şarkılara odaklanmayı bırakmıştım. Kafamın içinde ona söyleyebileceklerim dönüyordu. Bu kadar korkak olmanın bir manası yoktu aslında. Söylemem gereken iki kelime ve sonrasında her şey olması gerektiği gibi ilerleyecekti. Müziği dinlemediğim için mikrofondaki cızırtıyı duymamıştım. Birkaç dakika bir sessizlik oldu. Sistemde bir sorun vardı ve grup bunu çözmek için ciddi bir uğraş veriyordu. Bir sorun olduğunun herkes farkındaydı. O ise keyfini bozmadan şarkının devam etmesini bekliyordu. Dakikalar böyle geçti.
En sonunda grubun lideri olduğuna inandığım kişi mikrofonsuz bir şekilde kalabalığa seslendi. Sistemde bir sorun olduğunu ve çözemediklerini, devam edemeyeceklerini ama son bir şarkı çalabileceklerini söylüyordu. Elimdeki saatler dolusu zaman bir anda bir şarkıya düşmüştü. Cesaretimi toplamalı ve o bir şarkı içerisinde söylemem gerekenleri ona söylemeliydim. Grup tekrar çalmaya başladı ve ben de cesaretimi topladım. Hazır olduğumu hissettim.
Ama yapamadım. Nedenini bugün bile düşünüyorum. Hiçbir şey söyleyemedim ona. O da benden bir hareket bekliyor gibiydi aslında. Bir hareketim binlerce yeni ihtimal doğurabilirdi. Bir ilişkimiz olabilirdi, birlikte mutlu olabilirdik, düşman olabilir ve birbirimizden nefret edebilirdik. Bana karşılık vermeyebilirdi ve ikimiz de ayrı ayrı hayatımıza devam edebilirdik veya lezbiyen olduğunu söylerdi ve sadece yakın arkadaş olurduk. Ama bu ihtimaller zincirini başlatacak o iki kelimeyi edecek cesaret bende hiç olmadı. İki ayrı paralelin kesişim noktasındaydık ve ben onunla aynı yöne gitme cesaretinde bulunamadım. Yarım saat süren bu buluşma noktası kalan zamanda yoluna devam eden iki ışın için hiçbir şey ifade etmedi. Onun benim adını bile bilmediğim bir yolu vardı. Benim yolum da kendi hizamda devam etti. Yeni ihtimaller yaratmak için önündeki imkanları değerlendirmen gerekir. Benim haftalar boyunca sabırla beklediğim o an ellerimden sıyrılıp gitmişti. Yapabileceğim bir şey olmadığına inanmak dışında bir seçenek yoktu.
Konser olması gerekenden erken bitti. İnsanlar rektörlüğe isyan etti. Yazdan kalma sonbahar gününün maskesi yere düştü ve kuru yapraklar arasında akşam soğuğu insanların üzerine çöktü. Kalabalık dağıldı, o yoluna gitti. Gidene kadar kaçak gözlerle onu izledim. Gözlerimin göremediği mesafelere gidene kadar… Bir hata yaptım diyemem. Hatalar yanlış ihtimalin peşinden gitmektir. Ben ise en başından hiçbir ihtimale yer vermedim hayatımda. İşi kökünden mahvettim.
Hava soğuktu, etrafım bir yerlere yetişmeye çalışan insanlarla doluydu. Telefonuma gelen bir mesajla irkildim. Bütün gün boyunca aklımdan geçirdiğim insanlar dışında, geçen sene çok yakın olduğum bir arkadaşımdandı. Şaşırdım ama aynı zamanda sevindim de. Akşam müsait olup olmadığımı soruyordu. Onun gittiği yöne baktım tekrardan. Bir saniyeliğine de olsa geri döndüğünü hayal ettim. Anlaşılan bu akşam müsaittim. Beklenmedik mesaja sevinçli bir cevap verip kendi yoluma, onun gitmediği tarafa doğru yola koyuldum.