Onun için kitaplar bir zevk meselesiydi, beğenmiyordu, tavsiye etmiyordu. Mesela Kafka ona baygınlık getirebiliyor, hayal kırıklığına uğrayabiliyordu. Hatta bir defasında Selim için "İntihar edecekse etsin, baydı artık." diyebilmişti. Onu bazıları sarmayabiliyordu. "Bence" diyordu, "Sonuçta kitap okumak öznel bir şey." diyebiliyordu. Ve herkes böylece ikna olabiliyordu başkanım. Düşünebiliyor musun? İnsanları kendi aptallıklarınıza dahil ettiğinizde aptallığı da ortadan kaldırabilirdiniz Oysa ben kitapları yiyordum başkanım. Çiğnemeden. Sindirmeden. Yazarları sıkıştırmak için türlü bahaneler buluyordum. Sen de öyleydin başkanım. Durup durup insanlardan seni anlamasını bekledin. Beklemedin mi? Onların gözlerini kaçırmasına öfkelenmedin mi? İnsafsızca onları yargıladın. Oysa onlar seni sadece beğendi. Öyle uzun boylu da düşünmediler. Likelandın başkanım, Onların zihninde bir yer edinemedik. Belki biraz hoşa gittik, o kadar. Artık geçtiler bizi başkanım, akışta kaybolduk. İflahım kesildi ve ben yoruldum. Bu şehir, bu insancıklardan yorgunum. Sürdürülebilir bir yalnızlık taşıyorum sırtımda, laf olsun diye değil ha! Cidden bunalıyorum, kitapçılarından tutun manavına kadar yalnızlığa battım. Bir dost gelse tüm bu sözleri unutacakmışım gibi. Mesihi bekler gibi bekliyorum Godot'yu. Oysa ben kendim gibi bir avuç aptala anlatıyorum başkanım. Ne olur üstüne alınma, şurada kafa kafaya vermiş dertleşiyoruz. Kafa kafaya. Hahha. Cahiller başkanım. Onlar gerçekleri esneyerek savuşturuyorlar. Gerçekte ben aptalların şüphe ettiğine şahit olmuş değilim başkanım. Tartışmak manasız. Cahille neden tartışılamaz peki başkanım? Çünkü cahil bir mevzuya yoğunlaşamaz, seni oradan oraya savururken konu dağılır. (Sen de)
İkinci Gün
Yayınlandı