6-7 yaşlarındayım. Anneannem ve dedemle Beyoğlu’ndaki evimizden yola çıkmış, Fatih Çarşamba’ya doğru yola koyulmuştuk. Çarşamba’da 50 metrekare var yok bir dükkanda dedem için cübbe diktiriyorduk. Her defasında anneannemle giden dedem bu sefer beni de yanlarında götürmek istemişti. Üstümde sarı, kısa kollu bir tişört vardı ve altında güneşten yanmış süt beyazı kollarım…
Beyoğlu’ndan yolculuk çok uzun sürmemişti. Ağustos’un o sıcağında eski tip bir otobüste -Ikarus- süren yarım saatlik yolculukta camdan dışarıyı seyre dalmış, okumam gelişsin diye gördüğüm her tabelayı okumuştum. O zamanlar tabelaların hepsi Türkçe idi tabii. Şen Avize, Güneş Hırdavat, Kardeşler Balıkçılık… O zamanlar daha güzeldi her şey. Ne geç kalmışızdır ne erken varmışızdır varacağımız yere ve tüm güzellikleri 1999 senesine gömmüşüzdür gözlerimizden akan birkaç damla yaş eşliğinde. Aklım hep 1999 senesinde kalmıştır. Bilmem neden…
Yarı aydınlık yarı karanlık dükkana Allah’ın selamını vererek öncelikle dedem girmişti. Ardından anneannem ve ben yerden tavana kadar rengarenk kumaşları olan dükkana giriş yapmıştık. O an benim için büyülü bir andı. Dükkanın sahibi 60 yaşlarında, uzun boylu, esmer ve sakallı bir amcaydı. Beni gördüğünde önce kaşlarını çattı -herhalde saçlarım ve kollarım açık olduğu için- daha sonra dedemin diktirdiği cübbeye odaklandı. Koyu yeşil bir rengi vardı. Belki de yeşili ve hemen hemen her tonunu sevmem dedemin diktirdiği yeşil cübbeden geliyor.
1 saat kadar vakit geçirip çıktık o kumaşlarla örülü dükkandan. İkindi vakti yaklaşıyordu. Güneşin camiiye, binalara, ağaçlara yansıyan sarısını asla unutamıyorum. İkindi güneşi sarısı diyorum o renge. Benim için önemi büyük. Ne zaman o sarı rengi görsem aklıma dedem ve anneannemle Çarşamba’ya gittiğimiz zaman aklıma geliyor. Dedemin koyu yeşil cübbesi aklıma geliyor. Okuduğum tabelalar gözlerimin önünden geçiyor. Bindiğimiz o eski tip otobüsün güneşten ısınmış deri koltukları aklıma geliyor. Çok fazla anı var, kumsaldaki kum taneleri gibi… Her camiide, her duvarda, her ağacın gövdesi ve yaprağında o ikindi güneşini arıyorum.. Çoğu zaman bulabildiğim gibi bazı zamanlar özlemini çekiyorum.
Dedem 2006 senesinde vefat ettikten sonra cübbesi dolapta tahta bir askıya asıldı. Ceplerini karıştırdığımda bir tutam sakalını buldum. Dedemin anısını o tahta gardıroba sığdırdık ve o cübbeyi hiç oradan çıkarmamacasına bıraktık. Dedemle olan anılar o cübbenin ceplerine ve gardırobuna yerleşti ve orada kaldı…
Jean Valjean
2023-07-29T18:25:54+03:00Keyifle okudum. Kaleminize sağlık.