Sevgili Ilgaz,

Seninle konuşmayalı aylar oluyor. Zaman ne ara bu kadar hızlı geçti, her şey nasıl bu hale geldi; biz ne zaman ilkbahara geçtik ve ne zaman kuşlar göç etti hiç bilmiyorum. Yağmurlar yağdı, fırtınalar çıktı biliyorum. Birçok gece üşüyerek uyudum, oysaki yorganımın altındaydım hep. Gündüzleri sımsıkı kapalıydı perdelerim, geceleri kapanmayan gözlerim gündüzleri açılmak bilmiyordu bir türlü. Belki de görmeye değecek bir şey olmadığındandır, bilemiyorum. Kitaplar oldu yarım bıraktığım, filmler oldu sonlarını kafamda kurgulayıp izlemeden kapattığım. Kendi hayatım dışında herkesinkini yaşadım. Çünkü hayat bazen böyledir Ilgaz, geriye dönüp baktığında elinde kalan tek şey kendinsindir ama bu yetmez sana. Yüzlerce insan topla yanına, onlarca dudağa değsin dudakların, gözyaşların hep başka omuzlara aksın yine de gece olduğunda o yatakta yalnız uyur ve yalnız uyanırsın; bir bedene sarılı olsan bile. Sen en çok kendine sahipsindir, bir tek kendine. Bu çoğu zaman insanı korkutur ve dediğim gibi yetmez Ilgaz. İnsan hep daha fazlasını ister; bir kişiyi ve bir kişiyi daha. Bazen bazı hayatları ve bazı insanları taşımak, insanın kendisiyle baş başa kalmasından çok daha kolaydır. Şimdi kafamın içi bir savaş alanı Ilgaz. Birileri birilerini vuruyor, silahlar patlıyor, bombalar gümlüyor sokaklarda. Bir çocuk babasız kalıyor, bir anne kimsesiz. Bir kadın var henüz yirmilerinde, arkasına bakmadan koşuyor sanki ölüm hiç önüne çıkamayacakmış gibi...

Kafam böyle işte Ilgaz, savaşlarım var. Ne izlediğim filmler unutturabiliyor bana kafamın içini ne okuduğum kitaplar... Ne de bir başkasının derdini kendime dert edinmek. Ama sen varsın Ilgaz. Kimse yoksa da ben sana sahibim. Herkes bana senin kim olduğunu soruyor, onlara doğruyu söylemiyorum. Ya seni de alırlarsa benden? Hoşçakal Ilgaz, bir sonraki mağlubiyetime kadar.