Uçamayan bir kuş gibi hissediyorum kendimi bazen. Sizin gözünüzde ilk canlanan şey kanadı kırık bir kuş hayali olmuştur herhalde. Ve pek tabii buna karşılık, hayatta sık sık hayal kırıklığına uğramış, yalnız bir adam… Ama bu doğru değil. Uçamayan onlarca kuş türü var oysa. Ben penguenlere benzetiyorum kendimi.

Penguenler grup halinde yaşarlar. Ve bilinen en büyük özellikleri de kilolu, paytak paytak yürüyen, sevimli hayvanlar olmalarıdır. Ben de hayatıma tam olarak bu şekilde başladım. Kalabalık bir ailede, yetiştiğim çevreye göre sağlık belirtisi olan kilolarımla, paytak paytak yürüyerek...

Bilirsiniz birçok insan, ilk çocukluk zamanlarından başlayarak, ergenlikle zirveye çıkan bir "TOPLUM İÇİNDE DİKKAT ÇEKMEK" güdüsüyle yaşarlar. Bir insanın zekası, karakteri ilk bakışta anlaşılamayacağı için bu dikkat çekme gayreti dış görünüş odaklı olur tabii olarak. Bu konuda çok mu şanslıydım bilemem. Çocukluk döneminde, özellikle benden büyük yaştaki kişilerin özel ilgisiyle karşılaştım hep. Metrelerce uzaktan beni görüp, yanıma gelip, yanağımı ısıran onlarca insan oldu. Öğretmenlerim, sınıf arkadaşlarımın ebeveynleri, üst sınıflardaki ağabeyler ve ablalar her fırsatta bu olağanüstü yaratılıştaki sevimli çocuğu sıkıştırıp durdular. Bunun çok rahatsız edici bir durum olduğunu söylemeyeceğim. Aksine bu derece ilgi çekmek hoş gelmiştir hep.

Ergenlik döneminden itibaren karşı cinsle olan alakanın değişiyor olması, benimki gibi fiziksel özelliklere sahip insanları zor durumda bırakıyor haliyle. En azından genel yargı bu şekilde diyelim. Üç abla, anne ve babaanne ile çevrili bir çemberin içinde büyüdüğüm için kız arkadaşlarımla iletişim konusunda bir problem yaşamadım hiçbir zaman. Dış görünüşümden dolayı, onlar için asla bir tercih olamayacak olmam sanıldığının aksine bana büyük avantajlar getirdi. Sınıftaki bütün güzel kızların en yakın arkadaşı olma durumum hemcinslerim tarafından dışlanmama neden oldu. Bu konuda da pek bir itirazım yoktu tabii.

“İnsan hayatında yalnızca bir defa âşık olur, ya da hiç olamaz!” diyen romantiklerin bu görüşü hakkında yorum yapmayacağım. Ama şunu diyebilirim ki âşık olduğunu sanmanın rakamlarla ifade edilebilecek bir sınırı yok. Bunu ilk hissettiğim zaman on yedi yaşındaydım. Çevremdeki diğer arkadaşlarımın durumuyla karşılaştırdığımda on yedi bu durum için çok geç bir yaş sayılabilir. Sınıf arkadaşları, komşu kızları ya da tatil beldesinde yaşıyorsanız, yazın tatil için gelen güzel kızlar... Genç bir erkeğin âşık olduğunu sanma hissi bu üç grubun içinden birine karşı gelişir çoğunlukla. İlk iki gruptaki insanlar hayatımda sürekli var oldukları için olsa gerek dikkatimi o şekilde çekmemişti henüz.

En yakın arkadaşı olduğum kızlardan birinin doğum günü kutlamasında gördüm onu ilk kez. İki haftalık bir tatil için amcasının yanına gelmişti. Ona buraları sevdirme zorunluluğumuz olduğunu düşünmüştük ve hepimiz ertesi gün bu amaç uğrunda buluşup denize gittik. Çok sevimli vücudumun çıplak haliyle yaratabileceği etkiyi hiç düşünmemiştim açıkçası. Denize değil de başka bir yere gitmiş olsak da onun tarafından hislerime bir karşılık alabilme umudu beslemiyordum tabii. Ama böylesi bir acı da olmazdı herhâlde başka bir mekanda. Eğer benimki gibi bir vücuda sahipseniz denize gitmemenizi tavsiye edebilirim. Hiçbir aktiviteye dahil olamadım. Kilolarımla alay eden bazı kişilerin tavırlarına karşı zaten umursamaz davranmaya alışkındım. Beni asıl rahatsız eden imalı bakışlar ve kurulmayan cümleler oldu. Deniz kenarında, doğal ortamımda, paytak paytak yürüyen kilolu bir yaratıktım. Hayatımda ilk kez penguenleri sevmeyen bir kız tanıdığımı düşünüyordum. Ya da benim penguenlere olan benzerliğimi idrak edememişti. Kendi yaşıtım olan hemcinslerim dışındaki herkesin bana teklifsizce, rahatça yaklaşmasına o kadar alışkındım ki bu ilgiyi göremeyince nasıl davranacağımı şaşırmıştım. Belki de onu diğerlerinden ayıran, ilgimi çeken asıl özelliği, benim dayanılmaz sevimliliğime kayıtsız kalabilmesiydi.

Aşık olduğunu sanma hastalığına yakalanmıştım ve bunun en büyük etkisi yemek yeme düzenine oluyor. Aşktan iştahı kesilip, eriyip bir deri bir kemik kalan kahramanlardan yüzlercesi yine o romantiklerin hikayelerinde mevcut. Bende tam tersine sürekli yeme eğilimi gösterdi içimdeki bu acı. Ona açılamıyor olmamdaki en büyük problem şişmanlığımdı ve bu şişmanlık yemek yemeyerek azalacak seviyeyi çoktan aşmıştı. Bu şekilde kilo vermem en az üç, dört yılımı alırdı ki hissettiğim duyguların o kadar zamana tahammülü yoktu. Çok fazla yemek yersem, midemin şişip şişip bir yerde patlayacağını, etrafa bir sis yayılacağını ve dakikalar sonra sisin içinden zayıf, yakışıklı bir adam çıkacağını hayal ettim.