Buluşma saatimizi 17:00 olarak belirlemiştik. Oysa ben buluşacağımız kafenin ilk müşterisiydim. Heyecanlıydım. Evden çıkarken mutlaka çantama kitabımı, okuyacağım kitapta önemli gördüğüm yerlerin altını çizeceğim kalemimi ve sigara paketimle çakmağımı atıp evden öyle çıkardım. Kendimce kalabalıklar içinde yalnızlığı temsil ederdim oturduğum kafelerde. Biliyorsun çok korkardım insanlardan. Usulca kafeye girer hemen kahvemi alır mümkünse pencere kenarında bir masa boşsa oraya oturur ve hemen sigaramı yakardım. O sigara bitene kadar biraz gökyüzüne bakar sonra dışarda avare avare dolaşan kediye bir selam çakardım. Sigaramı söndürdükten sonra çantama attığım kitabı çıkarır okumaya başlardım. Ya kafenin sesi kafamın içindeki sesleri bastırana kadar ya da karnımın açlıktan guruldaması beni rahatsız edene kadar sadece sigara içmek için hareketlenirdim yerimden. Uzaktan gören beni tek başına oturmuş kitap okuyor diye görürdü. Oysa ben o kafelerde kimlerle buluştum. Kimlerle dertleştim bilmezler. Zahire aldanır insanoğlu batını görmek istemez. Görünene göre yargılamayı sever insanoğlu hakikatin peşinde düşmez. Gün oldu Nietzsche oturdu karşımda kustu öfkesini. Gün oldu Cemaller, Turgutlar, İsmetler geldi heybelerinde şiirlerle. Bilirsin beni, şiir avcısı diye namım var. Koklaya koklaya bulur çıkartırım ortaya iyi şiirleri. Yazık avcılıkta bu kadar iyi olmama rağmen bir o kadarda kötüyümdür şairlikte. Kelimelerim efsunlamaz hiçbir yaralı yüreği. Gün oldu İskenderler, Fatihler, Atatürkler oturdu masama. Ya devletler yıktık beraber ya devletler kurduk. Kafamın içi hep bir mahşer yeri. Türlü fikirlerle sarhoş olup kalkardım oturduğum kafelerden. Ama ne dilimden anlayan çıktı ne de ben derdimi anlatabildim. Bugünse bambaşka bir gündü benim için. Bugün güneşin batışını selamlayacaktım senin sayende. Bugün almadım çantamı yanıma. Sadece sigaramı attım cebime öyle çıktım evimden. Aynalarla barıştım sayende şöyle bir güzel taradım saçlarımı ve bıyıklarımı. Boynuma sıktım parfümümü. Sabah 9'da kafede çalışan çocukla beraber açtık kafeyi desem yeridir. Cam köşesindeki tahtıma oturdum hemen. Bilenler bilir her kafede benim seçtiğim yerlerim vardır. O yerler doluysa tüm kafelerde hiçbir yere oturmadan dönerim evime. Kendimce tahtımdır o seçtiğim yerler benim için.


Yaktım sigaramı ve kayboldum dumanlar içinde. Beklemek, beklemek, beklemek. Ne büyük meziyettir sabırla beklemek. Hem yolda yürüyüp hem de yolda karşına çıkan her çiçekten bal almak yerine tek bir çiçeği ölene kadar beklemek. Ne saygı duyulası bir şeydir. Bu zamanda küçümsenir böyle şeyler. Efsanelerde kaldı şu bizim Ferhat ile Şirin. Şimdi her çiçekten bal toplayan arılar meşhur.


O gün seninle ilk kez bir kafede buluşmamız olacaktı. Karşılıklı ilk kahve içmemiz ve yüz yüze ilk sohbetimiz olacaktı. Kahkahanı duymakla kalmayıp görecektim. Kokunu çekecektim. Sert kahveleri mi seversin yoksa daha hafif tatlardan yana mısın gözlemleyecektim. Ve soracaktım sana tüm cesaretimi toplayıp; seni hangi ressam çizdi de böyle güzel oldun Zühre?

Saat saat yazarım buraya sen gelene kadar gökyüzü mavinin hangi tonlarını aldığını. Sokaktan kimlerin geçtiğini hatta kaç kedi ve köpeğin geçtiğini de sayabilirim. Kafeye kaç kişinin geldiğini ve ne sipariş ettiklerini. Sen gelene kadar şu kafede oturan insanların ne konuştuklarına kadar anlatabilirim ama utanıyorum Zühre. Senden çok utanıyorum. Bağışla. Sana evimin perdelerine kadar anlatmak için coşkun bir istek var içimde. Bu arzumdan dolayı utanıyorum senden Zühre.


Saat 17.00 oldu işte. Hemen bir sigara yaktım sen gelmeden. Son bir sigara içeyim istedim. Sen sigaradan hoşlanmazsın çünkü. Kokusu saçlarına sinince sinir oluyorsun bundan dolayı yanında içmek hoş olmazdı. Uğruna şiirler yazılmış, efsaneler çıkmış güzelliğine nazar değmesin istedim Zühre. Sen bilmezsin. Tam olarak saat 17:24' de yolun başında gördüm seni. Saat 17:26'da girdin kafeden içeriye. Şimdi gün aydı işte benim için. Geçsin kayıtlara bugün. Bir kıyamet alameti değil yanlış anlamasın müminler ama bugün güneş 17:26'da doğdu tam olarak. Şimdi sarılsam mı sana yoksa sadece elimi uzatıp hoş geldin mi desem? Sahi, senin de içinde bu ikilem oldu mu?


Hoş, gelir gelmez ne sarıldın ne el uzattın. Nasılsın diyerek girdin muhabbete bir yandan da ceketini çıkartıyordun. Sonra hemen ne içersin diye sordun. Filtre kahve dedim direkt ama aslında nefret ediyorum bu kahveden. Sadece çok heyecanlıydım ondan aklıma ilk gelen şeyi söyledim işte. Sende hemen uğraşmaya başladın zevksizsin diye. Kahveleri alıp geldin. Belki o zaman için teşekkür edemediysem kusuruma bakma. Bu yazıyı okuyorsan eğer o içtiğim filtre kahveden sonra bir daha filtre kahve içmedim çok teşekkür ederim. Zevkimi değiştirdim anlayacağın. Ne zaman geldin sorusu geldi ikinci soru olarak senden, bende yarım saat falan oluyor dedim. Sonra rutinleşmiş soruları sorduk birbirimize. Günün nasıl geçtiler falanlar filanlar derken bir anda çantanı kaptın. İçinden bir kitap çıktı. Sana hediyem olsun dedin. En sevdiğim kitaptır bende yeri çok ayrıdır diyerek vermiştin. İlk sayfasına açtım ilk iş. Hatırlıyorum çünkü sana bir gün, bir kitap hediye olarak verilecekse ya ilk ya da son sayfasına mutlaka bir not yazılır dediğimi. Okudukça beni hatırla yazmışsın. Oysa benim seni hatırlamam için bir nedene ihtiyacım yok ki Zühre. Bunu o gün sana çok demek istemiştim. Hoş, ben sana daha neler neler demek istemiştim de ne sende duymak için çırpınan bir yürek ne de bende söylemek için cesur bir yürek vardı be Zühre. Kitabı masanın üstüne koyarken sadece mahcup bir şekilde çok teşekkür ederim diyebildim. Sana aşktan, felsefeden, kitaplardan ve konuyu şiirlere getirip sana senin güzelliğini aynalara gerek kalmadan anlatacağım uzun bir konuşma yapacaktım hatta bir gece önce bu konuşmayı ayna karşısında yapmaya çalışmış yapamamış hepsini bir kağıda not almıştım. Sen bilmezsin Zühre. Ama sen bir anda böldün benim konuşmamı. Bugün son görüşmemiz olacak yani değil mi diyerek. Olmasın, olmamalı diye haykıran yüreğimi susturup evet dedim bende. Evet Zühre hiç istemesem de bugün ilk ve son günümüz olacak. Çünkü sen benle arkadaş olmak isterken ben bunu yapamam. Ben yanarken senin için dostluk yapamam seninle. Yakışmaz bu bana ve yük olurum sana bu şekilde de dedim. Biliyor musun bir an bende seni seviyorum Mülayim. Buluşmayı bekledim bunun için. Gözlerine bakıp söyleyebilmek için diyeceğini beklemiştim. Sen sadece gülerek peki madem dedin. Ben neden kızamıyorum neden kırılamıyorum sana Zühre? Sonra madem son buluşmamız hadi seni bir kitapçıya götüreyim dedin. Sanki hiç hatıramız olmaması sana da garip gelmiş ve bundan dolayı mahcup olmuş gibiydin. Sonra bir anda ayaklandın ceketini giyip hadi dedin. Ne uyuşuksun hadi hızlı diye gülmüştün hatta. Ben ne olduğunu bile anlayamıyordum. Düştük sokağa. Sonra dönüp böyle hızlıca çıktık kafeden ama kitapçı belki kapatmış olabilir dükkanı deyip çekinmiştin. Dükkanın numarasını bulup aradım bende. Dükkanın sahibi o gün kar yağışı olduğu için dükkanı erkenden kapattığını ama yarın açacağını söyleyerek kapattı. Sen bilmezsin Zühre. O gün utanmasam bundan dolayı oturup ağlayacaktım. Yan yana yüz yüze bir hatıramız olacaktı ve benim için kutsal mekanlar olan kitapçıda bir tanecik hatıramız olacaktı ama olamadı. Değme şairler toplanın yazın bu günün şiirini hadi toplanın beraber tutalım bu kırık dökük maceranın yasını. Oysa sen ne üzülmüştün ne de benim hüznümü anlayabilmiştin. Sadece yapacak bir şey yok diyerek gülüp geçmiştin. Hadi seni evine bırakıyım madem diyerek sokaklarda yürümeye başladık. Bir arkadaşımda kalıyordum o zamanlar. Evin önüne gelince dayanamadım artık. Bir anda sarıldım sana. Hadsizliğimi bağışla Zühre. Sana dönüp son bir soru sormuştum. Bu son buluşmamız daha doğrusu ilk ve son buluşmamız diyerek geldik bir araya ama sanki bu hikaye böyle bitmeyecek Zühre biz bir kere daha böyle oturacağız gibime geliyor. Sence de öyle değil mi demiştim. Bu soruyu sorduğum sorduğumdan beri ben kendimce yine buluşacağımız o günü bekliyorum. Sen bunu da bilmezsin Zühre. İlk önce gülerek tepki verdin soruma fakat sonra bir anda yüzündeki gülümseme gitti. Uzun uzun gözlerime baktın. Sanki içimde saklı tuttuğum kimseye göstermediğim Mülayim'i görmüş gibiydin. Çok korktum o Mülayim'i gördün diye. Söylesene Zühre, gerçekten içerde gizlenen Mülayim'i mi görmüştün o gün?

Hadi artık uzatmayalım kendine çok dikkat et diyerek elini uzattın ve ben tekrar ve tekrar sana sarılmak istememe rağmen sende kendine dikkat et diyebildim sadece. Elimde bana verdiğin kitap. Soğuk ve karlı bir akşam vakti. Tam böyle havaların adabına yakışır bir veda olmuştu açıkçası. Sonra gidişimi izledin uzaktan uzağa derken bir anda sırtıma bir kar topu atmıştın. Dönüp baktığımda neden attın der gibi sende oyun oynamak geldi içimden ama neyse hadi git artık dedin. O zaman soramamıştım ama bırak kar topu oynamayı sen benim sevgimle oynadın mı yoksa Zühre ? Hep başın sıkıştığında arayıp dertleştiğin ya da özgüvenini kaybettiğin zamanlar benle yakınlaşıp benim sevgimle kendi yaralarını sarıp sarıp sonra da gitmelerinin başka ne sebebi olabilir ki Zühre. Söylesene ben senin sevgi ve ilgi sömürdüğün bir oyuncaktan mı ibarettim Zühre? Sen yine de bakma böyle sitemlerime gel desen sana doğru uçmaya hazır her daim kanatlarım. Aşk mı bu sevda mı ya da bile bile uçurumdan atlamak mı bilmem Zühre ama yine de hem hoş geldin hayatıma hem de kalan ömründe hoşça bak kendine.


Eve girmeden önce kapının önünde bir sigara yaktım. Gözlerim dolmuştu. Hem öfkeliydim sana sevgime karşılık alamadığım için hem de mutluydum seninle bir kafede kahve içip sohbet edebildiğim için. Sen bilmezsin Zühre işte tam o anda iki satırlık bir bir şiir çıktı benden. Tüm şairlerden özür dileyerek yazıyorum buraya çünkü bana kalmamalıydı ne aşkı yaşamak ne de aşk hakkında yazmak. Bağışlayın beni ne olur Nazımlar, Turgutlar, Özdemirler...


"Sen bir Zühre'sin gökyüzünde

benim ayaklarım prangalı yeryüzünde..."