hepimiz bir taklit sanatçısıyız. kimimiz eylemleri, kimimiz duyguları taklit ederiz. ve insan bu taklit sayesinde hayatı öğrenir. nasıl mı? homoludens tanımı üzerinden bu konuya eğildiğimizde daha net anlarız. homoludens, oyun oynayan insan demektir. bu tanım etrafında düşündüğümüzde insan varlığını ve yokluğunu bu oyun denklemi itibarıyla oluşturur. buradan hareketle birey tüm varoluşsal olgularını oyun oynayarak kazanır. ve bu oyun hem tarihsel hem de kültürel hafızadan hareketle kendine merkez konum atfeder.


peki bu merkez konumun tarihsel ve kültürel hafızanın bir domini olduğunu nasıl anlarız? bu soruyu insanın davranışsal eylemleri üzerinden kurgulayabilir ve cevap verebiliriz. bu cevabın çeperini oluştururken de hem bireysel hem de toplumsal erdemlerimizin sunmuş olduğu diyagramı kullanırız. o zaman insanın taklit sanatçısı olduğu açığa çıkmaktadır. ve bu açığa çıkmanın bize sunmuş olduğu algoritmanın gerçekliği sorgulandığında insan arayıp durduğu kendiliğini bulabilecek midir? çünkü her birey önce kendini gerçekleştirmek için hayat denen bu kumar masasına oturmuştur. başkasını veya ötekinin tanımlarının sınırları bireyi asla kendisi olarak görmesini sağlamayacaktır. eğer sağlasaydı her birey bir mekanizma ya da yazılım olarak tanım ve manaya devşirilebilirdi. lakin hassas olan bu konu bireyin tüm farklarına nasıl bir çözüm bulacaktır? hepimiz bir taklit sanatçısı olsak dahi parmak izlerimiz kadar ayrımlaşabiliyor ve aynılıklarımızı ekarte edebiliyoruz. bu ekarte ediş o kadar keskin açılımlar sunmakta ki birey otonom olarak kendini bu diyagrama ait sanmaktadır. zaten kelime itibarıyla insan hâlâ kendinin inden çıktığını sanan bir düşünen hayvan değil midir?


sonuç olarak, ne kadar iyi taklit sanatçısıysak o kadar kabul görüyoruz toplum tarafından. peki doğru olan bu mudur? yani ana eklemimiz toplum tarafından kabul görmek midir? eğer toplum tarafından kabul görmekse bu kadar farklılık barındıran canlılık olarak neden farklı isimler kullanıyoruz. çünkü bizi biz yapan aynılıklarımız değil, farklılıklarımızı kabul ederek ortak bir potada yaşıyor olabilmemizdir. aksi takdirde sonumuz çoktan gelirdi. ve zaten hepimiz sonumuzun kesinliği üzerinden kaybedeceğimizi bilerek elimizdeki son kartlarımızı oynuyoruz.