Kocasını yakın zamanda ve zamansız bir biçimde amansız bir hastalık sonucu kaybeden kadın, doktorun odasından kafası eğik, üzgün bir şekilde çıkmıştı. Kocasıyla aynı hastalığa yakalanmıştı ve günleri sayılıydı, ilkokul bire giden bir çocuğun sayabileceği kadar. Geçen zamanda hastalığın çaresi bulunmuştu ama çıkan her yeni şeyin olduğu gibi bu tedavinin ücreti de oldukça pahalıydı ve kadın zaten zar zor geçiniyordu. Kadın tek çaresinin bugüne kadar hiç denemediği, tanımını sorsalar yapamayacağı şans oyunlarının olduğunu düşünüyordu ve kalan parasının çoğunu cumartesi günkü büyük maçta zayıf gözüken takıma oynamıştı.


Öte yandan şehrin yakın ama başka bir yerinde yıllardır işsiz, tek bildiği üniversitede mezun olduğu “Roma Heykeltıraşlığı” bölümüne ait bilgiler olan bir adam vardı. Onun da zamanında sevdiği biri olmuştu ama sevgisini ifade edemeden, kız tekrar karşılaştıklarında dünya ne kadar küçükmüş diyebilecekleri kadar uzağa gitmişti. Yaşantısında bütünlük, birliktelik hissini yaşayamamıştı bu adam. Artık karar vermişti insanlıktan istifa edecekti. Bir kere denedi ama neyse ki şans ona yardım etmiş, yaşamaya devam etmişti, her ne kadar o buna şanssızlık dese de. Yüzme bilmiyordu ve denize çivileme atlamıştı ama gelgit olmuş atladığı yer boyunu geçmiyordu. Bu sefer işini garantiye alıp motora binip deniz ortasında atlamaya karar verdi ve o gün geldi. Gene gereğinden sıcak bir gündü, hem maç olması hem de mesai saatine denk gelmesi nedeniyle motordaki insan sayısı oldukça azdı. Herkes kenarda oturuyor ve çekili olan tentenin gölgesinden faydalanıyor, denize bakıyordu. Adam da motorda öyle duruyorken cep telefonuna sürekli bilgi mesajları, maçla ilgili haberler geliyordu ancak o zaten şu aleti aldığımdan beri başka bir mesaj gelmedi ki diyerek okumadan geçiyordu. Motor da yola çıkmıştı.


Maçın ilk yarısını oynadığı takım açık ara geride kapatan kadın ümidini kesmiş ve köprüye doğru yola çıkmıştı. Ha üç gün sonra ha şimdi diyerek tepeye çıkmışken insanlar bu sıra dışı manzaraya alışık bir şekilde bakıyordu ve kadın atlayayım mı, atlamayayım mı? diye düşünüyorken hafif şiddetli bir deprem oluyor ve kadın hem dengesini hem de atlamakla atlamamak arasında seçim yapma şansını kaybediyordu. İçinden hayır, şimdi değil diyerek düşüyordu. İstiyordu belki atlamayı ama en azından istediği zamanda... Artık suya yaklaşmışken kadın denizin üzerinde rengi denizin mavisinden daha koyu ve giderek ilerleyen küçük bir alanı kapsayan bir şey gördü, motorun yumuşak tentesine düşüp hız kaybetti, yukardan gelen ağırlıkla da tente aşağı çökmüş kadın da tentenin düşüş hızıyla motorun sert kısmına yumuşak bir iniş yapmıştı. Tentenin altında kalan insanlar bir taraftan çıkmaya çalışıyorlar, bir taraftan da niye bu tentenin çöktüğünü anlamaya çalışıyorlardı. Bu konuda tecrübeli olan adam, zaten az sayıda olan insanlar arasında kadını fark etmesi ve daha önce gelgit olmuş bir denize atlayan biri olarak bu kadınla tente arasındaki bağı kurması zor olmamıştı. Tente düzeltildiğinde kadın ortaya oturacaktı ki kendini garantiye alıp kenara oturmak istedi. Ne malumdu birinin daha atlamayacağı? Kadın gidip adamın yanına oturdu. Adam kendiyle aynı durumda olan birini görünce içini yavaş yavaş bir birliktelik hissi kaplamıştı. Yanına oturan kadına sordu; “Neden?” Kadın; “Takımım açık ara geriye düştüğü için.” deyince adam bu sefer bağı kuramamış, benimle dalga geçiyor herhalde demeye başlamıştı. İlerleyen zamanda adam kadına sorular soruyor, kadın cevaplıyor ve adamın içindeki birliktelik hissi daha da güçleniyordu.


Motor çoğu yolcular için 25 dakika, malum iki kişi içinse bir ömür kadar zaman sonra iskeleye yanaşmış ikisi de atlamamıştı. İnip konuşmaya devam ettiler ve kadın rahmetli kocasından bahsetmeye başladı. Adam, “Ne iş yapıyordu?” diye sordu. Kadın, “Roma Dönemi Heykeltıraşlığı konusunda bilgiliydi, şirketteki yeri de boş kaldı.” deyince adam bir anda birliktelikten bireyselliğe dönmeye başladı. Kadının evi, gittikleri yerler vb. gibi soruları sorarak kocasının maaşını hesaplamaya çalışıyordu. Tam kazancının ona yeteceğine inanmıştı ki önce cep telefonuna bir mesaj geldiğinin sesi duyuldu ve hemen ardından “Oldu bu iş!” diye haykırdı. Kadın şaşkın, “Hangi iş?” deyince adam kurtuluşu gelen mesajda aradı. Gene o bilgi mesajlarından biri gelmişti, büyük maçın skoru yazıyordu. Bir şey uydurup, “Ben bu kazanan takımın taraftarıyım.” dedi. Kadın bu sefer adamın çıkardığı sesin kat kat fazlasını çıkartıyordu çünkü o küçük cep telefonunda oynadığı takımın kazandığını, sağlığını görüyordu. O an hem adam hem de kadın kollarındaki saatlerine bakıp “Aaaa bir şey unuttum.” deyip ayrıldılar, adam işe girdi kadın sağlığına kavuştu. Artık ikisi de tek bir şey diyordu, yaşamak, hem de yaşamı zorlaştıran her şeyin inadına...