‘’İnanç, inanç kırılmaları, içeride yaşanan ve mümkün mertebe dışarı yansıtılmayan sarsıntılar, denge yitimi, boşluk, boşluk zannedilen o şeyin esasen müthiş komplike bir aşırı doluluk hâli olduğunun fakat buna ilişkin farkındalık eksikliğinden dolayı yalnızca 'boşluk' denilip geçildiğinin nihayet idraki, yalnızca yüzeydekiyle tatmin olmayıp derinlere dalış, diplere batış, ışığın gittikçe azalışı, karanlığın hakimiyeti eline alışı, gölgeler, içindeki karanlığın dışarı yansıyışı, umudun yitirilmemesi adına direniş, diplerden yeniden yüzeye çıkılacak günlerin de geleceğine dair inancın korunması için direniş, direnişte yıpranış, güç yitimi, umut yitimi, inanç yitimi ve inançsızlık. Nihai sonuç: inançsızlık…’’


Tüm bu kavramlar zihninde art arda dizilirken ortaya çıkan nihai sonuç karşısında müthiş bir huzursuzluk hissetti X. Kendisini bildi bileli inançlı birisiydi o. Öyle bir ailede yetişmemişti aslında, dolayısıyla ailesi tarafından dayatılan bir şey değildi bu. Fakat inanç mefhumu ve bunun etrafında şekillenmiş birçok öğretiye dair çok küçük yaşlardan itibaren içten gelen bir merakı, ilgisi vardı. Çocukken çok dua ederdi, hem de çok. Ve sonra ergenken, sonra biraz büyüyünce, sonra biraz daha büyüyünce de… Kendisini pek yalnız hissetmezdi. Oldu olası tek başınaydı genel olarak oysa. Fakat tek başınalık onun için eş değildi yalnızlığa. Zira tek başınayken de her daim O’nu hissederdi içinde; O’na olan sevgisini ve güvenini, inancını hissederdi. O zaten her daim onunlaydı. Bu durumda nasıl yalnız olabilir, nasıl gerçekten yalnız hissedebilirdi?.. O’nun her şeyi görüyor, işitiyor, dikkate alıyor olduğuna o denli güvenir ve inanırdı ki; kendisini içten içe müthiş acıtan, inciten deneyimler karşısında dahi kaybetmezdi umudunu. Ve dua ederdi, hem de çok. Konuşurdu O’nunla ha bire. X’e diyalog hissi veren fakat işin gerçeği monologtan öteye hiçbir zaman gidememiş konuşmalar yapardı çocukken. Ve sonra ergenken, sonra biraz büyüyünce, sonra biraz daha büyüyünce de… Çocukken hiç kimseye anlatamadığı tonlarca şeyi ve birilerine anlatıp katiyen anlaşılmadığı tonlarca şeyi O’na anlatırdı. X'in inanç mefhumu ile ilişkisini teşkil eden tüm bu alışkanlıklar; çocukluktan ergenliğe, ergenlikten yetişkinliğe geçiş dönemlerine de taşındı. Durum geçmişten şimdiye böyleyken, nasıl olur da zihninden geçen kavramsal düşünceler konvoyunda karşısına nihai sonuç olarak inançsızlık çıkardı? X’in hayatının o zamana kadarki kısmının oldukça büyük bir parçasını teşkil eden inanç mefhumu, nasıl olur da ardına ‘’–sız’’ eki alırdı? Umutsuz, güvensiz, itimatsız, inançsız, manasız…


Süreç içerisinde yaşadığı inanç kırılmaları X’i içten içe oldukça yıprattı. Çocukluğundan beri hayatında yolunda gitmeyen birçok şeyin günün birinde yoluna gireceğine, düzeleceğine, iyiye ve olumluya evrileceğine kalpten inanmış ve kendince müthiş sabırlı bir bekleyiş sergilemişti yıllar boyunca oysa. Fakat ‘’günün biri’’ hiçbir zaman gelmedi… X yıllarca umudunu kaybetmedi, umut ile umutsuzluk kutupları arasında bir sarkaçmışçasına salındığı ve umutsuzluk kutbuna fazlasıyla yaklaştığı zamanlar da oldu elbet, fakat o her seferinde içinde bulup topladığı bir güçle kendisini ittirip umut kutbuna yeniden yaklaştırmayı ve iliştirmeyi başardı. Buna karşılık düzelmesi, iyiye ve olumluya evrilmesi için yıllarca dua ettiği birçok şeyde zerre ilerleme, biraz olsun gelişme deneyimleyememesi ve bu durumun hiçbir zaman değişmemiş ve halihazırda da bir türlü değişmiyor olması; X’i umutsuzluk kutbuna bu defa geri dönüşü zor hatta belki imkansız olan -en azından X'in böyle hissettiği- biçimde itti. Ve şimdi X, umutsuzluk kutbuna fazlasıyla yaklaşmış olmakla kalmayıp ona büyük ölçüde ilişmiş, yapışmış durumda. Şimdi, yirmili yaşlarının ortalarına doğru, anladı ki; onu sabır taşına çevirmeye niyetli olduğu apaçık belli olan bu hayalperest bekleyişin ucu bucağı, sonu yok… Nihai sonuç: X, ‘’günün biri’’nin herhangi bir zaman dilimi içerisinde hayatına geleceğine artık inanmıyor…


Söz konusu inançsızlık mefhumunun, kendisini içten içe yıkmakta olduğunu idrak etmesinin akabinde, geçip gitmekte olan her gün inançsızlıkla boğuşuyordu X. Peki niçin ‘’Tamam, artık inanmıyorum, bitti.’’ diyerek kestirip atamıyordu ve kendisini bu konuyu ha bire eşeleyip dururken buluyordu? Niçin inanmak bu denli önemliydi X için, onun nezdinde esasen ne ifade ediyor olabilirdi?


Çocukluk dönemini düşündü X. Çocukken O’nunla olan ilişkisini, geceleri bazı şeylere çokça üzülmekten bir türlü uyuyamayıp göz yaşlarına hakim olamadığı fakat ağladığını yan odada uyumakta olan anne ve babasının duymaması için hıçkırıklarını elinden geldiğince iradeli ve kontrollü biçimde yutmak durumunda kalıp bir nebze olsun rahatlamak adına O’nunla kendince konuştuğu zamanları ve daha nicesini anımsadı. O; en başından beri fiziksel anlamda yanında olsalar da duygusal ve manevi anlamda eksikliğini içten içe müthiş güçlü ve yoğun bir biçimde duyumsadığı beşer ebeveynlerinin çok daha ötesi ve üst versiyonuydu X için. O; beşer ebeveynler ötesi, beşer ebeveynler üstü bir konuma sahipti X'in kalbinde bir yerlerde. X dibine kadar yalnız bir çocuk olmanın savruluşları ve çaresiz hissedişleri arasında O'nu ‘’öte ve üstün, ideal ebeveyn’’ figürü olarak kodlamış ve o şekilde konumlandırmıştı farkında olmadan. Ve O’na tutunmuş, O’na sığınmış, O’nun her daim yanında olduğuna ilişkin inancına dayanmıştı. Beşer ebeveynlerinin onu katiyen anlamadıkları, ısrarla görmeyip işitmedikleri, işitseler de umursamadıkları, somut ve fiziksel ihtiyaçları dışında duygusal ve içsel ihtiyaçlarının hiçbirine hiçbir şekilde eğilmeyip onları karşılama doğrultusunda en ufak bir çaba dahi göstermeyi seçmedikleri, onu olduğu hâliyle kabul edip sevme noktasında sınıfta kaldıkları, birbirlerine olan hınçlarını her seferinde X’ten çıkarmaktan bir an için bile gocunmadıkları, kendi aralarındaki tartışmalara çok küçük yaşlardan itibaren X’i hakem kıldıkları ve X’in haklı bulduğu tarafın zıttı tarafın saatlerce hatta bazen günlerce X’e küsüp surat astığı ve aralarının düzelmesi için X'i binlerce kez yalvarmak mecburiyetinde bıraktığı, X’in kendisini her daim içten içe olgun olmak zorunda hissettiği, ağlamasının yasak olduğu bir evde yalnızca geceleri uyku öncesinde, yatağına uzanmış vaziyette, hıçkırıklarını içine göme göme sessizce ağladığı zamanlarda ve daha nicesinde dua ettiği, sığındığı, bazen tamamen içinden bazen ise dışından sessizce konuşmalar yaptığı, derdini anlattığı bir figürdü ‘’O’’. Hiçbir zaman mevcudiyetini içinin derinliklerinde güçlü ve yoğun biçimde duyumsayamadığı bir ebeveyn figürüydü, beşer ebeveynlerinin çok daha ötesi ve üstünde olan… X’in iç dünyasında bu doğrultuda zuhur eden sevgi, sıcaklık ve yakınlık hissiyatı, kuvvetli ve köklü inanç mefhumu; onun birçok şeye dayanıp, zorlayıcı birçok sürecin içerisinden yumuşakça ve nezaketle geçebilmesini mümkün kıldı. X, her şeyin bir hikmeti olduğuna çok inandı. Olumsuz gibi görünen ve olumsuz hissettiren deneyimlerin muhakkak bir öğretisi olduğuna, birtakım farkındalıkları edinebilmesi adına onlarla buluşturulduğuna çok inandı. Kendisi üzerinde çalıştı, çok çalıştı, kendisine ilişkin farkındalığını ve gözlem yetisini elinden geldiğince canlı ve aktif tutmaya çabaladı. Ve tüm bunları; bunların ‘’oldu bitti’’lik şeyler olmayıp yaşam boyu süreceğinin idraki ve kabulüyle, keyifle ve heyecanla, merakla yaptı, hâlâ da içinden geldiği ölçüde yapmaya devam ediyor. Fakat tüm bu çabalarının hayatına öyle pek bir gelişim, ilerleyiş, olumlu oluş’lar getirmemiş ve hâlâ da getirmiyor olması onu oldukça sarsıyor. Boynuna, ‘’Ne yani, boşuna mıydı her şey? Akıntıya karşı çaresizce kürek çekmeye mi çabaladım bunca zaman?..’’ düşüncelerinden yapılma bir tasma geçirilmiş tek boynuzlu bir at kişneyerek tünüyor X’in içine, gökkuşağı çıkarma yetisini yitirmiş... İçine tek boynuzlu bir at tünemesi şansına erişmiş olan X'in aklı ise mahrum kaldığı gökkuşaklarına takılıp duruyor ha bire.


Genel tema itibariyle yalnız hissedişli çocukluğunun en kuvvetli eşlikçisi olan O’na inancı ve O’nunla olan ilişkisine artık o denli sıcak ve yakın, sevimli hislerin eşlik etmiyor olması içten içe üzüyor X'i ve onu geceleri neredeyse tamamen uykusuz bırakıyor. Bu zamana dek hayatın ona hissettirdiği zorluklara dayanma doğrultusunda iki eliyle sıkıca kavrayıp güç aldığı farazi bastonu kırıldı. Şimdi ve şimdinin sonrasında nasıl dayanacağını, neye dayanacağını, içsel gücünü nereden ve tam olarak ne şekilde alacağını bilmiyor. Belli ki tüm bunları keşfetmesi, inanç mefhumu ile olan ilişkisinin ve ona atfettiği mananın kendiliğinden dönüşmesine izin vererek tüm bunların yeniden yapılanmasına şahitlik etmesi gerekecek...


Kim bilir, belki de içine tünemiş tek boynuzlu atın boynundaki o tasma çıkar gününde birinde (!) ve onun yeniden gökkuşağı çıkardığına da şahitlik edebilir X...