Rüzgârlı eteklerinle sen,

Bir iklimden bir iklime koşuyorsun.

Gençliğin en güzel, o ilk çağları...

Küçük ayaklarınla yeşiller üzerinde geziyorsun,

Sanki yeşiller üzerinde değil de,

Yüreğimin kırlarında, yılkı atlar gibi koşuyorsun.

Saçlarınla raksa tutuşan ince bir meltem

Esmer tenimi şefkatli ellerin gibi okşuyor.

Turnaların göçü başlıyor sonra mavi göklerde.

Mevsim, bütün hüznünü kusuyor üstüme.

Uzuyor sustuğum vakitlerin süreleri.

İki yakamdan tutuyor gecelerin yorgun elleri.

Sürgün yerim azap diyarına…

Yazı masamın köşesinde duran fotoğrafınla bakışıyoruz.

Seni yazmak için alıyorum kalemi elime,

Hadsizlik olduğunu bile bile.

Kalem elimde kırılıyor,

Kâğıtlar, ahşap masamın derin boşluğuna süzülüyor.

Sözler köşküne kuruluyor bir darağacı,

Seni hakkıyla anlatamadığımdan

Bütün sevda sözleri benden davacı.

Şiire tövbe etsem diyorum,

Bir küpe çiçeği, bir niyet kuşu dayansam kapına,

İçeri alır da dizinde yatırır mısın?

Gezdirir misin incecik parmaklarını saçlarımda?

Kalbimi söküp yerinden, bıraksam avuçlarına,

Onu körpe bir çocuk gibi sakınır mısın herkesten?

Kollarımı kemer niyetine dolasam beline,

Teslim olur musun bütün mevcudiyetinle?

Soluğunun yakıcı efsuna dönüştüğü yer,

Beni aşkınla yeniden doğurduğun yerdir.

Belki geçtir, belki de erken,

Seni sevdiğimi bil yine sen.