Çıkmazların çıkmazında, bir ustura ağzındayım

Önce hafif bir meltem, sonra ince bir yağmur…

Hayali gerçeğe karıştırdığım günlerin eşiğinde,

Sabrın süngüsüne, sabır sürdüğüm o saatlerdeyim.


Gönlümü hoş eden mısralar da rahatlatmıyor beni.

Kırlarda dörtnala koşan yüreğimden eser yok şimdi.

Hep yanlış türkülere takılı kalıyor nedense dilim.

Yanlış göklerde yankılanıyor bütün dileklerim.


Anladım ki

Benim gerçeğim bir başka hayalin kırıklığında saklı.

Kurduğum hayallerde, acı da olsa hep gerçek çıkar haklı.

Ve her gerçek, bir parça yalan doğurur kendi içerisinde.

Yakamdan tutar, tufanına katar, yalnızlık silsilesine beni atar.


Göklerimde vurulan kuşların vebalidir boynumdaki.

Dallarında solmuş güllerin diyeti yazılıdır hanemde.

Aldırış etme bana, ‘cehennemlik’ diyen o kâfir dillere.

Hepsinin bedelini tek tek ödüyorum zifir gecelerde.


Prangalarımı kırdığımdan beri, umursamıyorum da kimseyi.

Onlar gibi olmadığımdandır hep şehir şehir gezdiğim,

Vardığım yerlerde bir türlü kendime yer edinemediğim.

Ben onların aynalarında, hiç kendimi göremedim.


Tepemde sonsuzluğa meydan okurcasına bir gök var,

Umut kadar güzel, deniz kadar berrak, gözlerin kadar günah…

 Ah gülüm, biz zamanı çoktan tüketmişiz. Şairin, 

‘Hüsran sabıkamız, kasvet eşgalimiz’ dediği yere erişmişiz.


Çıkmazların çıkmazında, ince bir ustura ağzındayım.

Beyoğlunda duyulan bu son senfonidir sevda uğruna çalınan.

Saçlarımın rüzgârlarla bu şehirdeki son valsidir belki.

Aldırma yalnızlığa, biri elbet gelecek, unutturacaktır beni de sana.