Bir boşluk olarak doğar insan.

Boşluk giderek büyür.

Çocuklukta sahilde kumdan kaleler gibi eklenir bir şeyler varlığımıza, bazen de bir uçurtma gibi oluveririz.

Kaygı, tasa, korku...

Bunlara dair emareler bulunmaz hayatımızda.

Sonra gençlik gelir. En uçarı, en hırçın, en romantik hallerimiz orada belirir. Benzeriz daha çok bir apartman inşaatına. Durmadan gürültüler, beton mikserleri, iskeleler, dozerler ve diğer rahatsız eden tüm şeyler. Fakat en nihayetinde inşa biter, ortada bir ev belirir. Ve yuva diye sahiplenilir. Duvarlarında resimler, balkonlarında çiçekler belirir.

Vardık en sona. Yaşlılık.

Çoğu kez bir yıkıma benzetilir. Fakat yıkım bile kendi içinde çeşit çeşittir.

Kimi evler öylesine terk edilir ve çürür. Kimileri bir gecede ansızın yerle yeksan edilir. Ölüm de biraz öyle gelmez mi bizlere... Bazen son uykusuna daldığını bilmez ya insan, bir ev de bilmez ne zaman nasıl yıkılıp gideceğini.

İşte böylece boşluk dolar ve sonunda yine bir boşluğa evrilir. İnsan doğar, yaşar ve ölür, yeni insanlar hemen peşlerinden dünyaya gelir.

Hayat işte bu kadar kısa, hayat işte tam da bu yüzden eşsiz bir güzellik benim için.

Korkular, kaygılar sorular dönse de aklımda daima hayatı tatlı kılan sebepler bulurum kendime en umulmadık zamanlarda.