Günler insanların ömründen sabit uzunlukta eksilir. Dünya, yaratılışından bu yana ufak sapmalar hariç aynı hızda, yörüngesinde ısrarla ve büyük bir sabırla dönmeye devam eder. Aynı yerden aynı heyecanla geçip gider. Milyonlarca yıl aynı şeyi yaparak Dünya, kırılması güç bir rekora böylelikle imza atmıştır. Tarihin tekerrür etmesi ise dünyanın bu tekrarının tezahürüdür. Büyük İskender’den Muhteşem Süleyman’a ve ismini duymadığımız, hafızamızda yer etmesine müsaade etmediğimiz nice hükümdara yar olmayan bu yer küre sabrı ile insanlığımızı bezdirmeyi başarmıştır.

İnsanlar günümüzde uzayın farklı noktalarını keşfetmek için dünya üzerinde binbir zahmete girerek araştırmalar yaparken daha az gelişmiş insanlar dünyayı bu inadından vazgeçirmeye çalıştılarsa da başarılı olamadılar. İnsanlığın en büyük mirası olan dünyanın bu inattan vazgeçirilemeyeceği bilgisi en ilkel toplumlardan en gelişmiş toplumlara kadar kulaktan kulağa, pek inandırıcı olmamasına rağmen kutsal bir bilgi gibi kabul edilmiş, günümüze kadar ulaştırılmıştır. Dünyada yaşamayı kabul etmeyenler ya uzaya çıkmak ve yeni gezegenler bulmak için bazı teoriler ve araçlar geliştirmişler ya da kendilerine hayallerinde yeni bir dünya inşa etmişlerdir.

Uzaya çıkmak ve yeni bir yer kürede yaşam sürmek ne kadar heyecan verici gözükse de “Dünyanın Sabrına Karşı Olanlar Derneği” üyeleri sabırsızlık göstererek nerede bir yalnız ardıç bulsalar, nerede bir ahlat ağacı görseler hemen dibine uzanmak ve gözlerini kapatmak sureti ile kendi inşa ettikleri dünyalara adım atmayı daha heyecanlı bulmuşlardır. İnşa edilen bu dünyalarda kadastro saçmalıkları bulunmadığı için yapılar genelde yataydı. Her insanın kendi zevkine göre tasarlaması sonucu üzerinde durulması pek mümkün olmasa da göreceli olarak mimariler pek içinde bulunduğumuz dünyaya benzememekle birlikte göze hoş gelen bir yapıya sahipti. İnsanlar hayallerinde çok sayıda insanı bu dünyalara taşımadıkları için yapılaşma çok dert edilecek bir konuda değildi. Genelde uzunca kırlar, sonu denize çıkan sokaklar, denizin bittiği yerde zirveleri gökyüzüne dokunan dağlar bulunuyordu. Anlamlı veya anlamsız her yere serpilmiş güzellikler bazı dünyaların inşa süreçlerini uzatıyordu. Birtakım kararsız ve hayal kurmakta meziyetsiz olan kimseler yüzünden dünya inşa etmek bazen ağır eleştirilere maruz kalıyordu. Neyse ki dernek üyeleri tüzüklerinden aldıkları güç ile bu eleştirilere karşı bir takım cevaplar geliştirmişlerdi.

Dünya inşa etmekte pek maharetli olan hayal ehli insanlar günden güne kurdukları dünyaları geliştiriyorlardı. Bu dünyalarda saadet içerisinde yaşamak için günlük yaşantıları içerisinde gerçek dünya dediğimiz bu düzen takıntısı olan âlemden sıyrılıyorlardı. Gözlerini kapattıklarında açılan kapıdan kendi dünyalarına erişen insanlar hoyratça dörtnala at koşturuyorlardı. 

Dernek üyeleri misyonlarını o kadar ileriye taşımışlardı ki bazıları gerçeklik algısını yitirmişti. Hangi dünya gerçek hangisi bir hayalin ürünüydü bazen ayırt etmek onlar için zorlaşıyordu. Gerçek dünya dediğimiz bu sıkıcı yerde nefes almak zorlaşmış, küresel mutluluk zinciri kırılmıştı. Huzur yerini kaosa, mutluluk ise oturduğu başköşeden kalkarak yerini elma şekeri elinden alınmış çocuğun kırılmış hevesine bırakmıştı. Bu şartlar altında insan, doğası gereği gerçeklerden uzaklaşıyordu. Şimdi doğruyu konuşmak, doğruyu isabet ettirmek gerekirse bazı insanlar ise doğalarında yaşanan erozyon gereği gerçeklere sımsıkı sarılıyor; hatta canı pahasına bu gerçekliği ortaya saçmaya çalışıyordu. Bu cılız mücadele bizim yer vermemiz gereken türden bir mücadele olmamakla birlikte, dernek üyeleri tarafından pek hoş karşılanmıyordu. Bir keresinde önde gelen üyelerden biri sinirlenmiş ve bu gerçek dünya denilen can sıkıcı yerin savunucularından birisini fena halde pataklamıştı.