"Hey, ne gülüyorsun? Gülme dedim sana.

Bak canlı manlı dinlemem, ismimi kazırım güzelim kabuğuna. Haberin olsun."


Ağaç güldürmesini durdurmaya çalışıp "Çok korktum gerçekten." diyerek beni tiye aldığını gösterir şekilde gülmesine devam etti.


Kan beynime sıçramış halde ağaca doğru koşmaya başladım, duraksayıp yerden bir taş aldıktan sonra koşmaya devam ettim. Ağaç gülmeyi durdurduğunda elim havada, saçlarım yüzüme yapışmış, nefes nefese bir halde ağaca bakıyordum.


"Hadi, ne bekliyorsun? Yaz bakalım ismini. Ne yazacaksın? İsmin bile yalanmış, yalan söylemişler sana. Hem gerçek olsa bile yazamazsın sen."


Ağacın söyledikleriyle yüreğime bir ağırlık çökmüştü. İsmim bile yalanmış, yalanı fısıldamışlar kulağıma. Bunca yıl yalanla yaşamışım, bunca yıl? Yirmi üç yıl, evet yirmi üç olmalı. Ne önemi var sayıların! Düşüncelerimi susturup: "Umrumda değil, yalan veya gerçek, her gün gelip sana derdimi anlatıyordum, burada tek başına kalma diye seninle konuşuyordum, buna hakkım var." dediğimde taşı ağacın sert kabuğuna değdirdim. Ağaçtan öyle bir çığlık sesi geldi ki üzerindeki kuşlar korkudan havalanıp kaçışmaya başladılar.

Gözlerim yuvalarından fırlayacakmış gibi ağaca bakarken "Ne, ne oldu?! Canın acıdı mı gerçekten?!!" diye bağırdım.


Ağaç karşılık olarak "Sen canisin!" diye bağırdı.

Hâlâ gözlerimle ağaca verdiğim zararı arıyordum ama taşı o kadar yavaş değdirmiştim ki, hiçbir şey yoktu; minik bir çizikten başka. Yine de deli gibi arıyordum çığlığa sebep olan acıyı.


"A- a ama b-ben, çizmedim bile, ben, dokunmadım. Bak bir şey yok, özür dilerim ağaç, çizmek istemedim. Nerenin acıdığını söyle bana."


"Hiçbir yerim acımıyor."


"Ne demek acımıyor, neden çığlık attın, bana canisin dedin o zaman?!"


"Acımasına gerek yok, sen bana zarar veremezsin. Kabuğum insanların aşklarını ya da nefretlerini çizecekleri yer değil ve olamaz da. Ben sadece bir ağacım, yaprağım dalından kendiliğinden dökülürse veda edişini tebessümle izlerim ama eğer birisi uzanıp yaprağımı koparırsa, bunu asla kabul edemem. Anladın mı küçük velet."


Yüzüm bozguna ugramışçasına sarsıldığında elimdeki taşı yere fırlattım, sonra da ayağımla taşı uzaklaştırdım.


"Ben neden bunu yapamıyorum?" diye sordum usulca.


"Ellerine bizzat taşı veriyorsun, kalp miydi şu çok önemli organınız, evet kalpti, içinde atmasına rağmen çizik üstüne çizik yiyorsun bir de gelmiş bana ağlıyorsun. Siz insanlar pek bir acizsiniz, bense köklerimle buraya sabit olduğum halde senden daha güçlü olmanın gururunu yaşıyorum. Anlattıkların fıkra gibi geldiği için epeyce güldürdü de, bu nedenle bana değil önce seni kandıran insanlara kızmalısın belki de."


Cevap vermeden yere çöktüm ve ağaca dayandım.


"Sen insanları tanımıyorsun." dedim.


"Sen tanıyor musun? Yıllarca ailem dediğin insanlar aslında ailen değilmiş, bunu yeni öğreniyorsun ve benim insanları tanımadığımı mı söylüyorsun?" diye cevap verdi ağaç.


"Haklı konuşmayı bırak, ne yapmaya çalışıyorsun? Onlardan nefret edip intikam almamı mı bekliyorsun?!" diye sesimi yükselttim.


"Evet."


"Seni de tanıyamamışım, daha akıllı sanıyordum halbuki." deyip yalandan güldüm.


"Bu sert kabuğun içinden pembe öğütler beklemiyordun galiba?"


Konuyu değiştirerek "İnsan olmayı çok istiyordun, hâlâ istiyor musun?" diye sordum.


"Ne demek istiyorsun?"


"Ne demek istediğimi gayet iyi anladın. İnsan olmayı istiyor musun, istemiyor musun?" bir daha tekrar etmek istemiyordum aynı soruyu.


Ağaç yapraklarını titreştirip sesini değiştirdi "Evet, yani istiyordum, istemekten kasıt merak ediyordum hep. Ama sen emin misin buna, bunun geri dönüşü olmayacak, sen de biliyorsun. Pişman olacağın bir şey yapmanı istemem."


"Hayır, pişman olmayacağım. Bu tepeyi seviyorum, her gün geliyorum zaten neden hep burada yaşamamayayım? Sen de benim gibi her gün ziyaretime gelirsin. Hem bir ağaç olursam daha güçlü olurum, öyle değil mi?" diye sordum ağaca dönerek.


"E- elbette, ben de insan olmayı çok istiyordum ama buna asla kavuşamayacağımı düşünüyordum. Hangi insan ağaç olmak ister ki? Hemen şimdi mi olacak değişim?" dediğinde mutluluğunu gizlemeye çalışsa da kendini ele verir şekilde konuşmasını bitirmişti.


Ayağa kalktım üstümü silkelerken iğreti duran gülümsememi yüzüme yerleştirdim. Kendimden hiç bu kadar emin olmamıştım ve kararlıydım. Hayatımın bir anlamı kalmadığı şu günlerde belki de yapacağım en anlamlı şey bu olabilirdi.


"Hemen şimdi olacak." dedim kendimden emin bir ifadeyle. "İzin verirsen, kabuğunu çizmem gerekiyor."

Ağaç "Tabiki, çizebilirsin. Kendi kabuğunmuş gibi." dediğinde yalandan gülümsemem yüzümde çoğaldı.


İşim bittiği zaman ağaca dönüp "Ne yaptığın beni ilgilendirmeyecek, bu beden artık sana ait. Sen anlatmadığın sürece sormayacağım bile, çünkü ben burada senin aksine huzurla yaşayacağım." dedim.


"Nasıl istersen küçük hanım. Çıkardığın parçayı göğsüne bastır ve benim dediğim kelimeleri tekrar et. Sonra kendini bir ağaç olarak bulacaksın." dedi ağaç.


Dediklerini aynen tekrar ettikten sonra yoğun bir karanlık yaşandı ardından etraf yavaş yavaş aydınlandı. Hareket etmeye çalıştığımda sadece birkaç yaprak titremişti. Ağaç olmuştum ve ağaç ise benim bedenime geçip insan olmuştu.


Bedenimi izlediğimde ne kadar küçük gözüktüğümü fark ettim. Ağaç, elleriyle bedenini yoklarken hareket etmeye çalıştığında sendeleyip yere düşmüştü. Onun bu haline güldüm "Ne o? Yürümeyi bilmediğin için doğru düzgün yoluna devam edemiyor musun?" diye alayla sordum.


Ağaç, kendinden geçmiş bir halde yaşadığı durumu idrak etmeye çalışıyorken bana baktı ve "Hareket edebiliyorum ya sen ona bak, velet" dedi.


Birkaç kez daha ayakta durmaya çalışsa da başaramayıp yere düştü ve sürüklenerek yanıma kadar geldi. Eline bir taş almıştı. Korkuyla bedenimi izliyordum "Ne yapmaya calışıyorsun? Rahat bırak beni!"

Kafasını kaldırdığında saçlarının arasından gördüğüm yüzündeki iğrenç gülümsemesiyle "Hep bunu yapmak istemişimdir." diye cevap verdi.


Sinirle "Burdan hemen git, karanlık çökecek ve hayvanlara yakalanırsan sonun çok kötü olur anlıyor musun, hemen defol!" diye bağırdım.


Ağaç beni dinlemeyerek kabuğuma çizikler atmaya başladı. Bu his çok kötüydü, gittikçe çizikleri derinleştirdi. Kendimi o kadar sıkı tutuyordum ki son anda dayanamadım ve çığlığı kopardım "Yeter!!! Bırak beni ve buraya bir daha gelme, rahat bırak beni, git artık!!" diye bağırdığımda ağaç kahkaha atarak elindeki taşı fırlattı. "Bugünlük bu kadar yeter, yarın geldiğimde yeni ismimi kazıyacağım ne de olsa." dedi ve gülmesi yüzünde tekrardan kayboldu.

Hava epey kararmıştı. Gövdemden destek alıp çamur olmuş üstünü başını umursamadan ayağa kalkmaya çalıştığında birkaç kez başarısız olduktan sonra ayağa kalkmıştı.

"Görüyor musun, hızlı öğreniyorum. Eminim yarın buraya koşarak gelec-." dediğinde sesini bir kurdun uluması kesmişti.


"Sana hava kararmadan git demiştim."


"Bana hiçbir şey yapamazlar." dedi ne kadar korku dolu gözlerle etrafını arasa da.


"Bol şanslar." deyip gözlerimi kapattım.


Sonrasında yanımdaki kıpırtı yavaşça azaldı ve bir olan kurt sayısı ikiye çıktığında gözlerimi açmamak için direttim. Büyük bir çığlık ve boğuşma.

Gözlerimi açmayacaktım.

Korkudan titreyen yapraklarım.

Çığlık.

Gözlerini açma.

Kurtlar.

Gözlerini açma.

Gözlerini aç.

Gün doğdu.

Güneş tepede ışıldarken gövdemi hareket ettirmeye çalıştım. Ağaç olduğumu hatırlayınca güldüm ve üzerime konan kuşlarla sohbet etmeye başladım.

"Sizce de şu insanoğlu pek bir aciz değil mi?"

Ferdâ