Herkes kendi kalbinin ağırlığını taşır. Herkes kalbindeki kötülüğün de iyiliğin de gram gram ağırlığını, tonlarca omuzlarında taşır. Kimse kimseye demez "Nasılsın bugün?" diye. Yolda ağır adım yürürken, evde pencereden dışarıyı izlerken, uyumaya çalışırken, yemek yerken aniden seslenir sana vicdanın, "Nasılsın bugün?" Başlar hesaplaşma içinde. Ben nasılım bugün?


İyi miyim, kötü müyüm, ne geçiyor aklımdan ya da neler geçmiyor? Bugün neleri düşünmedim? Neleri düşünmek aklıma bile gelmedi? Kimi sevmedim bugün? Hangi havyana "merhaba" demedim? Kimin gülen yüzüne gülümsemedim? İyi miyim bugün, kötü mü?

Düşünür ya insan yaptığı iyiliği, incittiği karınca aklına bile gelmez. Bir kedinin başını okşar ama terlikle öldürdüğü böcek aklının ucundan bile geçmez. Sonbahara şiirler yazar, bahçesine düşen kurumuş yaprakları temizlerken söylenir. Sevgilisini öper, kalbini kırdıkları içinden bir kez geçmez. İnsan bu, insan böyledir. Sevgi dolu sevgisizliğin içindedir, yalnızlığın içinde kalabalıktan bunalır. Aşkın içinde aşkı arar. Özlemin içinde yüzer, hasret nedir bilmez. Rüyalardan uyanır geceleri, perdeden içeri süzülen ayın yüzüne bakmaz. Güneş sararken bedenini sıcak günlerde, bir kez teşekkür etmez meyve veren ağaca. Toprağa basarken ezdiği çimenlerden özür dilemez. İnsanoğlu dünyanın farkında mıdır? Öleceğini bildiği halde ölümü unutarak yaşayan, öleceğini bildiği halde ölenlere yas tutan, ölümün var olduğunu bildiği halde mezarlıktan korkandır insan. İçi ürperir ya geceleri bir mezarlığın yanından geçerken, nasıl da korkaktır o an. Nasıl da çaresiz ve teslim olmaya direnir. "Ben yaşıyorum!" der kalbi, ruhu ürperir. Mezarlığın yanından geçip gider evine.


Dünyayı unutturan insana, insanın kendisi midir yoksa ne olursa olsun dönmeye devam eden dünya mı? "Bugün onun annesi öldü, bugün o işten kovuldu, bugün onu karısı terk etti; dönmeye devam etmeyeyim." demez dünya. Neler olur, neler geçer, kimler doğar, kimler ölür, kimler tarih yazar, kimler tarihe gömülür ama döner dünya. Mevsimler geçer, yapraklar ten rengini değiştirir, güneş aydınlatır günü, bulutlar gözyaşlarını döker şehirlere, döner dünya. Dönmese nice olurdu halimiz. Aynı acıda kalır, aynı mutluluğa sevinirdik sürekli. Aynı acıya gözyaşı döker ama aynı sevince yıllarca mutlu olamazdık.

Acı kuyu kazar insanın kalbinde. Kendisini de atar o kuyuya, çıkaramaz hiç kimse. Mutluluk öyle mi; sarar kalbi, bedeni, gözlerinin içi. Gülersin, gülersin ve biter mutluluk. Bağlı değildir sana, bırak kuyuyu, bir fidanlık yer kazmaz kalbinde. Bu yüzdendir ağlanır acılara, kazdığı kuyulardan çıkan sular akar gözden, gider yüzden boyuna.


Dünya da böyledir insan da. Ağlayan insan, ağlatan dünya. Kader, vicdan, ömür kenara çekilir izler bu savaşı. Kim galip gelirse, "Eh böyleymiş alın yazısı!" derler.

Dünya da böyledir insan da.

Sonra gelir Borges fısıldar kulağıma:


"Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya,

İkincisinde daha çok hata yapardım.

Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.

Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar."