Kuru bir ayazın ellerini tutuyordu kalbim; yine de bir kez olsun soğuk diye ağlamadım. Gün geçtikçe donu çözülen kalbim görüyordu ki, hiçbir zaman tutmamışım ellerini. Yalnızca yanında durup, o yıkıcı soğuğun beni tüketmesine, ruhumda varlığından bile haberimin olmadığı onlarca acının yeniden uyanmasına müsaade etmişim. Dert etmemek ne büyük rahatlıktı oysa. Hiçbir şeyden endişe duymamak, yarını merak etmemek. Beni de merak etmemek. 

Sevmek yetmiyordu elbette. Benim çarpık ruhum bunu görmek istiyordu. Hissetmek. Elimden tutulsun, beni bazen bir şenliğin ortasına götürsün, günaşırı nasıl olduğum sorulsun, su içmeyi unutma diye küçük hatırlatmalarla çevrelensin istiyordu. Ama zaten, birini sevmek böyle bir şey değil mi? Yemek yiyip yemediğini merak etmek, bugün nasıl hissediyorsun diye sormak ve iyiyim cevabını almadığında telaşlanmak?

Ben birini sevince çoğu zaman kalbimin orta yerinde bir ateş yakıyordum. Beni yaksa bile onu ısıtması canımın acısını unutturuyordu. Herkesin sevgi anlayışıyla  uyuşmak zorunda da değildi bu, sevginin dili herkesçe farklıydı tabi ama, birini çok seven bir insanın içinde bir yanardağ olurdu bence, bir şelale; bu nasıl dizginlenirdi ki? Ya da bunu başarabilecek kadar güçlü müydünüz? Ya da bir şey mi korkutuyordu sizi?

Risk almadıkça insan neden sever ki?

İlişki boyunca daha iyi için yapılan fedakarlıkların enayilik olarak görüldüğü yerde durmak istemiyordum. Birini severken onunla yarışamazsınız, onunla birlikte yarışabilirsiniz. Gelin görün ki, çoğu zaman kendini sidik yarışının ortasında bulan insanlar görüyordum. Ben bunu yaptım evet, ama sen de bunu yaptın.

Birine kendini adamak böyle bir şey mi?

Sayfalarca yazmak istiyorum sana. Kalbim nasıl çarpıyor ve nasıl durduruyorum kendimi. Bilse ruhum, biraz olsun anlayacağını, dinleyeceğini, yalnızlıklarınla doldurduğun egonun sana, seni haklı çıkaracak cümleler kurarak seni kandırmayacağını; yazardım.

Ben seni sevmekten hiç korkmadım ama senin beni sevmediğin zaman olduğun o insandan korktum. Laf anlamayan, kendini bir şekilde kandırabilen o zihninin günün sonunda bana oyunlar oynayabileceğini bilmekten ve bunun gerçekleşme ihtimaliyle geçirdiğim tedirgin akşamlardan korktum.

O yüzden şimdi sen oradasın, ben de burada. Ama senin benden korkmana gerek yok biliyorsun, çünkü ben kayboldum ve yolumu arıyordum. Seni bir daha görmek istemediğim o yolu.

Günlerini nasıl geçirdiğini merak ediyorum bazen, sabah ne yediğini, kaçta uyandığını ve gün içinde neler okuduğunu. Bu yalnızca korkunç bir merak. Devam edebildiğini görmek çok güzel evet, ama bazen ben aklına geliyor muyum? Bir sabah gözünü açtığında, benim de ne yaptığımı merak ediyor musun?

Sanmıyorum. Sen o güçlü saydığın zırhın arkasında, bunları merak etmediğine kendini ikna etmeye çalışarak geçirdin birkaç gününü ve bu kadar. Sonra da hiç var olmamışım gibi havada buharlaşıp gitti her şey.

Anlamadığın bu; bu bir zayıflık değildi ve birini hatırlamakta hiçbir problem yoktu. Sadece nasıl hatırlamak istediğinle ilgili her şey, değil mi?