Karınca bizler için çalışkanlığın, cefakarlığın ve özverililiğin örneği olmuştur. Özellikle fabllarda karınca çalışmanın ve gelecek kaygısının saygın timsali olarak anlatılmıştır. Bu elbette doğayı izleyen insanların canlılara atfettiği özelliklerdir. Doğa, insanın ona atfettiği sıfatlardan çok daha fazlası ve derinidir elbette. Tabi olarak farklıdır da. Bütün yazı kışa hazırlanmak için geçiren karınca sizce bunu ne kadar bilinçli olarak yapıyor?

İşte kafamı karıştıran nokta tam da bu. İzlediğim bir belgeselde ''süper organizma'' terimini kullandı Mazlum Kiper (kendisinin harika sesinden dinlemek büyük bir keyif). Bilim insanı olmadığım için bu kavramı ancak kabaca tanımlayabilirim o da şöyle olur: Birbiri ile yüksek dayanışma içinde olan organizmaların oluşturduğu çatı bir kavram. Konu ile ilgili bilgisi olan kişiler lütfen beni mazur görsün basit bir izleyici olarak değerlendirdim. Efendim gelgelelim bunun bizi hangi noktada ilgilendirdiğine. Karınca hayatta kalabilmek için topluluğunu düşünmek ve kendine verilen görevi mükemmel derecede yerine getirmek zorundadır. Bu onun hayatta kalmasının yegane yoludur. Karıncalar ancak ve ancak birlikte hareket ettiğinde hayatta kalabilmektedir. Ayrınca altını çizmek isterim ki bu bir tercih değildir. Hiçbir karınca eğitim ile topluluğunun önemini, topluluğunu oluşturan yapı taşlarını ve bu topluluğun nasıl sürdürülebilir olduğuna kafa yormaz. Yapar, sadece yapar.


İnsan ise doğanın en tehlikeli silahına sahiptir. Bu silah aracılığıyla kendi varlığını sorgular, var oluşuna anlam atfetmek ister, kendi çıkarını düşünür, sistemler arar ve bu kaygı da yeni cevaplar getirir ona. Sorun şurada ki insan sadece yapmaz. Karınca için solunum yapmak ve kırıntı toplamak aynı şeydir yani bir içgüdüdür. Oysa insan yaptığı her şeye bir anlam vermek ister. Yapıyorum çünkü, der, bir çünküsü vardır. İşte akıl dediğimiz bu silah aynı anda doğanın intiharıdır. Düşünen bu canlı, canlıların temel ihtiyaçlarını bir kenara bırakamayacak kadar da toprağa sıkı sıkı bağlıdır. Bu iki güç bir araya geldiğinde korkunç bir birliktelik ortaya çıkıyor. Hem düşünüyor hem ihtiyacı var. Hem çözüyor hem de hala aynı şeye ihtiyacı var.


Fikrimce bu noktada insanın süper organizma geliştirmesi mümkün değildir. Tarih boyunca farklı farklı toplum sistemleri mevcut olmuş olsa da hiçbiri tüm sorunlara çare bulamamış ve zamanla yok olmuştur. Çünkü insan, kırıntıların hepsini götüreyim kışın yeriz, demez. Birazını cebine koyar, birazını yolda yer sonra birazını takas ederek daha farklı bir şey elde eder. Hatta işi iyice ileri götürüp bir arkadaşına der ki "bana kırıntını verirsen sana çok fazla kırıntı olan bir yer gösteririm." Bu uzar gider, birbirine atom bombası atmaya kadar gelir. Şimdi bana diyeceksiniz ki "dostlar insan kötü müdür yani bunu mu demek istiyorsun?" Şunu anlatmak istiyorum, insan aklı henüz ilkel güdülerine söz geçirememektedir. Fakat bu ihtiyaçlarını giderme yolu bulacak akıl diye bir mekanizmaya sahiptir. Hal böyle olunca kısa süreli çözümleri uzun vadedekilere yeğ tutacak ve bir an önce ihtiyacını gidermek isteyecektir. İnsan aklı hala mutlak bir kavram değil ihtiyaçları giderme mekanizmasıdır. Yoksa doğa an be an yok olurken geleceğimiz mahvoluyor derdi. Hadi biraz daha petrol ve bomba değil.