Tükenmekten, derinliğimin sınırlarının bilinmesinden, tekrara düşmekten korktuğum bir an geldi. Sanki kendimden yana keşfedilecek bir şey bırakmıyor muydum acaba? İnsanlara kendimce sosyal medyadan ilham olmaya çalışırken aynı zamanda kendimi tüketiyor muydum? Tüketmeye bu denli alışmış bireyler en çok da kendilerini tükettiklerinin bilincindeler miydi acaba? Dostlarla bir araya gelince herkesin bilinçsiz bir bağımlı gibi telefonlarına sarılmalarının sebebi, zaten herkesin sosyal medyadan birbirinin hayatını bilmelerinden kaynaklanıyor olabilir miydi?


Uzun bir aradan sonra bir araya geldiğimiz dost meclisinde yanımızdakinin sabahları kahve içmeden uyanamadığını her iki günde bir attığı kahve hikayelerinden, hemen sol çaprazımızdakinin haftanın 3 günü spor yaptığını kan ter içinde attığı hikayeden, karşımızda kaşlarını çatmış oturan ve yüzünü de epeydir görmediğimiz ve muhtemeldir ki o an yine siyasi haber okuyan arkadaşımızın görüşünü paylaştığı siyasi postlardan, sağımıza oturan dostumuzun kedisinin göz rengini şu an paylaşmakta olduğu gönderiden, masanın köşesine ancak oturabilmiş arkadaşımızın bebeğinin diş çıkardığını her gün attığı bebek paylaşımlarından, hatta "bu gece bize uyku yok" büyük harf puntolu sonunda da ağlayan surat emojili son paylaşımından, bu buluşmaya uykusuz geldiğinden ve şu anda da bebeğinin fotoğraflarına baktığından zaten haberdardık. Öyle ki ne biz bebeğinin son halini merak ediyorduk ne o bebeğinin fotoğraflarını gösterme hevesi içerisindeydi. Masadakiler birbirinin hayatına dair nice birçok bilgiye çoktan vakıftı, hatta masadakiler onların arkadaşları ve akrabalarını da sima olarak hatta kullanıcı adını ezbere söylecek kadar biliyorduk. Bi' de masaya hiç oturamayacaklar, hatta büyük olasılıkla aynı sokakta bile karşılaşmayacağımız insanlara, fenomenlere, ünlülere, adı her an değişebilen trendtopic insanlara ait pek çok gereksiz bilgi de zihinlerimizin en taze yerindeydi.


İnsanlar birbirini soysal medyadan tükettikleri için dost meclisinde birbirlerini besleyecek, ilham olacak, konuşunca aydınlamalar yaşatacak, hayretler edecek ya da birbirleri için üzülecek gerçek ve samimi bilgi veremez hale gelmişti. Modern hapishanenin, gönüllü sanal tutsakları bu uyuşukluk içerisinde olduklarını kavrayacak kadar kafa yormuyorlardı artık. Belki de kişisel meselelerine kafa yormalarını gerektirmeyecek birçok uygulama hayatlarına dahil olduğu için beyin kondisyonları zayıflamıştı insanoğlunun kim bilir. İnsan sınırlarını merak etmez olmuştu. Kolaya alışmış beyni zorlamalara sıkıntılara hiç gelmiyordu. Online sessiz muhabbetler eder olmuştuk. Başkaları merak etmeden, sormadan hikayelerimizde paylaştıklarımızla, takipçilerimizle sessiz sohbetler ediyorduk.


Paylaştığımız bir kahve görseliyle "Ben kahvemi içtim." diyor, başkası spor salonunda çekindiği aynadan görseliyle "Ee işte ben de ne yapayım, sporumu tamamladım." diye sessizce paslaşıyorduk. Hele ki "hikayene yanıt verdi" mesajı, işe biraz daha gerçeklik katıyor ve bizi heyecanlandırıyordu. Gerçek insanların olduğu farkındalığına aniden uyansak da alışılmışlığın verdiği sürekliliğe kendimizi kaptırmaya devam ediyorduk. İnsanlar ulaşılabilir olmuştu; aşıklar kavuşmanın hayallerini kurmuyorlardı artık, bireyleri klavye cesareti sarmış, ulaşılabilir olmanın coşkusuyla olumsuz dönüş alsalar bile kedere mahal vermeden şanslarını başka kullanıcı isimlerinde dener olmuşlardı. Sanal sevdalar türemiş, emojili iletişim furyası almış başını gidiyordu. Mektubu mail sanan zihinlerin elindeki dünya hızla gelişiyor, insansa ürettikleriyle evrimine çelme takıyordu adeta. Çelişkiler dünyasını emek emek inşaa eden insan soyu anlamsızlık çukurunda debelenmeyi çoktan bırakmıştı. Sorgulamayan zihinlerin sorgulayanlara ayar çektiği, yapay düzenin kader diye pazarlandığı zaman dilimine denk gelen insan tekamülü için çıktığı yola bağdaş kurup tüm boş vermişliğiyle oturuyordu. Sağlam bir iç motivasyonu oluşturmadığı için de "hadi kalk" diyecek bir dış motivasyona ihtiyaç duyuyordu artık. Tek kurtarıcının kendisi olduğu bilincine uyanamayan bu toy zihinler her gün umutla kurtarıcısını bekliyordu. İnsan yalnızca bekleyerek her şeyin kendiliğinden hallolacağı yanılgısını yaşıyordu tüm farkındalığıyla. Tüm geleceğini umut ve vaad kumarına yatıran gençler gerçeklerin tokadıyla her geçen gün sersemliyordu. Bütün umudun gençlikte olduğunu duyan umut tacirleri ise onları sömürgeleri altında yağmalıyordu. Umutsuz modern köleler her zaman en sadık sistem işçisi olmuştu. Neye hizmet ettiğini bilmeyene sistem "çalış, kazan, harca" amacı yüklüyor ve böylece insan bu döngüye hapsolup her gün aynı günü yaşamak için uyanıyordu.


Peki insan gerçekten ne zaman uyanacaktı? Aynı farkındalığa kitleler halinde uyanmadıkça sistem insanlara farklı kodlarla aynı görevleri yüklemeye devam ediyordu...