Sevgili güncem,

Uzun bir aradan sonra sokakların bölündüğü gibi, bölünüp tekrar sana geldim. Fark etmiş olmalısın ki iyelikleştim, sadece sana sahibim. Zaman geçtikçe etrafıma yaydığım ışıkların insanları pek ilgilendirmediğini keşfettim. Hatta bu Karaköy'de ışıklar kesilince birden, insanlar zevk duyuyor ve bensizleşiyordu her zamanki gibi. Alıştı...

(Burada yazar sana bıraktı, alıştı mı alıştırdılar mı bilinmiyor) 


İnsan ve tabut bir piyano sesi kadar hazin. Tek ortak noktaları dokunulduğunda ses geliyor olması. Omuzlar nahif, sevdiklerimiz günü geldiğinde kayıp gidiyor usulca. Yetişmeye çalışırsan en öne, burkuluyor eklemler. Susuyordu kalpler. Bazen bir şehir gibi keşfedilmeyi bekliyor insanlar, gitgide manevi korkumun arkasına saklanıyorum. Yalnız kalmak değil derdim sadece hiçleşmek. Günü geldiğinde belki de daha çok yazabilirim sana hislerimi. Belki de Zahide ve Osman'ın kavuşmasını dileyeceğim. O girilen eve ben de gireceğim hiç korkmadan, hem benim de kartpostalın arkasında yazılmış bir sözüm var. Son nefesimi üflerken kainat boşluğuna. 


İnsanlık, bugünlerde umudumun kalmadığı hatta ve hatta iyice tükendiği bir evreye ulaştı. Sustuğumda konuşturmak isteyen insanlar bile sadece çıkar hakkını tebbessümlere sakladı. Benim ise bir akşamüstü, anne kuşlar çocuklarına ekmek götürememenin hüznünü taşırken gagasında, bir nehir kenarında tahammülün yıkımına uğruyordum tren rayları eşliğinde. 


Bukoswki pervasızlığına büründüm, çamuru da yer şekeri de sevmez duruma geldim desem. İnanır mısın günce? İyice yalnızlaştım, hiçlikle beraber. Ne seni seviyorum cümlesini duyabiliyorum ne de bana bir şiir oku. Kendi kendimin şiiri olup, kendime seni seviyorum diyorum. Ey Bukoswki, sen gittin cümlen kaldı ve ben gidince belki bu bile kalmayacak. Deli diyorlar, delirmedim henüz. Sadece sessizleştim. Sensizleştiğim gibi nenem.


Güneş gibi gizemli bir arkadaşım var, ben ise bir Ay. Ne için Tanrım? Ay ile Güneş aynı anda doğmuyor. Sürekli güneşin kayboluşunu izleyip, ellerimle tutmaya çalışıyorum. Belki de renk körü olmalıyım, güneşin yanışını dinlemek için kararmamalıyım erkenden. Hep aynı pencere parmaklarımı sıkıştıran, belki de tekrardan arkadaşsız kalmaktan korkuyor, bunları sana anlatmaktan çekinir duruma geliyordum güncem.


İlk defa arada kaldım ve ilk defa bir kadın cenazesine katıldım bugün. Seni seviyorum diyemedim yine, toprak taneleri uzamış tırnaklarımla sevişti, bazen her gün tekrar eden saat misali tıkırtılar oldu. Göğsümün tam ortasında, korkma Mahir bugün de ölmedi. Sigara boğdu, kalp sıkıştı. Yeraltından Sesler. 

(Dostoveski Yeraltından Notlar'la özdeştim.)


İnsan ve Tabut neden bu kadar hissizdir? Ne için ikisi de aynı tepkimenin sonucudur. Yaşamak,

hür ve kardeşceşine affet Nazım üstadım. Bugünlerde yaşamak sadece özgürlük zırvasının arkasındaki şuursuz örgüye gebe.


Ve Karaköy'de keşfedilmemiş gibi. Bu hayatta da keşfedilemezsem diye ödüm de kopmuyor değil. Koleksiyon etiketi ile biriktirdiğim kartpostallarımı ya birine gösteremeden kefenimi giyip, araca binersem. Tabutumu tanımadığım insanlar kaldırırsa mahalleden... Ya beni de kimse sevmezse diye düşüncelerim, insanlara olan güven algıma öngüler ekliyor. Birçok hayvanım ile birlikte ya uyuyamaz, atım ile yeşilimsi nehirlere ilerleyemezsem, diye düşünüyorum. Red Kit değilim, kimseyi de tutuklamak ile uğraşamazdım sadece. Sosyalist bir ülkücülük yanı ise...

(Günce burda kesiliyor)

"-Aferin Asi"

(Belki bir ata belki de balkondan, geçen insanlara sesleniyor yazar) 


İçselleştiğim dünyadaki varlığımın, yorgun düşüp bu günceyi yazması, belki de çok zor bir şekilde insan ve tabutu birleştirme çabam tamamen, rahmetli babannemin yokluğuna aittir. İyi uykular meleğim.