Aklın kendi yolculuğu, mekanı dünya olan insanda kaygıya neden olur. İnsan da bir yönüyle madde olduğundan kendine bir konum arar. Çünkü madde varlığını bulunduğu konumla açıklar.

Evrimin her aşamasında yavaş yavaş konumuna uyum sağlayan bu insan maddesi zamanla düşünen yönü, yani düşünen insanla çatışmaya başlar. Bu doğalında gelişen bir çalışmadır. Çünkü düş dünyası ve madde dünyası birbirine "tam olarak" eklemlenemeyen iki kavramdır. Zamanın ele geçirdiği insan maddesi (yani yalnızca değişimle tanımlanabilen zaman kavramına tabii olan insan) günbegün uyum sağlarken; düşünen insan hayal kuracak, düşünecek, severek şimdiyi aşacak ve bir metafizik arayış içerisine girecektir. Ki bu eylemlerin tümü zaten metafizik bir arayıştır. Ben bu arayışa "özlem" diyorum. Aklın kendine olan özlemi.

İşte bu bahsedilen durum insanda metafizik arayışının somut bir karşılığını bulamadığından kaynaklı, kaygıya neden olacaktır. Bunun sonucunda korkunun esir aldığı insan; ayrıldığı yeri mahkum eden ve bulunduğu yeri meşrulaştıran, kendini yine yalnızca bulunduğu konumla var eden yani kendini kendine duvar olarak ören bir hal alır. Sırtını hiçbir "aklı dayanağı" dayandırmadığı için olmaktan çok, sahip olmayı ve böylece şahitliğini korumayı tercih eden maddi bir varlık olarak yaratır kendini. "Korku" beraberinde sahip olma gülüşünü getirdiğinden sırtına tıklım tıklım bir "şimdi" yükleyerek ağırlaşır. Yer çekimi artık onun için vardır. Aklın devrimine direnç gösterdikçe maddeyi güçlendirirken aklı zayıf bırakır. Bu nedenle kendine her zaman akacak bir yön bulan enerji, bütün çabasını hareketsiz kalmaya harcayarak tükenir. İnsan artık mutlak bir tüketicidir. İşin sonunda korkunun ve kaygının esiri olan bu insan maddesi artık tam konumuna göredir. Sabittir.