Gördüğüm onca cesetten, hiçbir farkımın olmadığının bilincindeydim. Sadece, henüz yaşıyordum ve sağlıklıydım. Beni onlardan ayıran buydu. Sadece bu...
Oysa, iki saniye ötesinin bile garantisi yoktu hayatta. Ne enteresan değil mi? Bunu bilip devam etmek zorunda olmak. Ve hatta, bunu istemek.
İnsan türünün zavallılığı, kafamın içindeki en uzun metrajlı film olarak, birkaç gün veya birkaç haftada bir başa sarıyordu. Bu denli çaresiz bir varlığın, saldırganlığının sebebi; kendi oluşturduğu kurallar içinde, artık nefes alamıyor olması değil midir? Trajediler üstüne inşa edilmiş imparatorluklar, aynı trajik şekilde yok olup gidiyor. Şiddeti ile varlık savaşı veren insanoğlu, en çok kendi türüne zulmetti. Ve tabii ki doğadaki her şeye. Sonra da tutup bir felsefe balonuyla, ismini mistik bir noktaya çıkardı. Sahiplenme içgüdüsü, sadece bir beden ile sınırlı kalmadı. İnsanoğlu, her şeyi istedi. Ve bunu elde etmek için de, en iyi bildiği yola başvurdu her zaman. Şiddete. Barbarlığıyla, doğadaki diğer canlıları hayrete düşüren bir tür. Bu savaş; iyi ve kötünün ya da karanlık ve ışığın savaşı değil. Bir türün ihtirasına kurban olan bir yerden ibarettir dünya. Ve insanoğlu kendiyle birlikte, her şeyi öldürmeye devam edecek. Bu işte, usta. Milyonlarca yıldır, bunu yaptı. Yapmaya da devam edecek. Peki, diyeceksiniz ki bunu neden bize anlatıyorsun? Çünkü; bilmek, beraberinde huzursuzluk getirir. Ben huzursuzum. Ve sizin de huzurunuzun bozulmasını istiyorum.