Güneşin o haşin sıcaklığı, yeni dökülen katran tabakayı daha da sıcak hâle getirmişti. Arabaların o yuvarlak çarkı öyle hızlı dönüyordu ki gözleri çalkalanıp duran asitli bir içki gibi yuvarlanıp duruyordu. Trafik yoktu fakat birazdan yarım bırakılan yol çalışması tekrar nüksedecek ve o alçak trafik yeniden tıkanacaktı. Onun gözünde arabaların bu hâli, farelerin tuzağa düşmeye göze alacağı peynir parçası için tek sıra olmalarına benziyordu. Susamıştı ve önündeki su kabı azalmaya başlamıştı. Su içtiğinden değil güneşin o kızıl ağızlı şeytanı kurutmuştu. Ne olurdu şu insanoğlu da buharlaşıp kaybolsaydı?


Az sonra trafiğin başladığı yerden bir hengame koptu. Bu, yeni kırpılmış birkaç tane koyundu gelen. Çıplak ve cılız beyaz bedenlerinde makine izleri görünüyordu ve kafaları sanki birkaç beden büyük gelmiş gibiydi. Ağzı kulaklarına değin uzandı ve her canlı için adeta ölüm makinesi olan sivri dişleriyle gülümsedi. Arabalardan yükselen rahatsız edici korna seslerini umursamıyordu.


Yünü kısmen kırpılmış olan koyun, kirli sakalı olan yaşlı bir adama benziyordu. Bedeni oldukça zayıf ve uzundu. Bacakları iki zeytin dalını anımsatıyordu. Aniden sinirlendi ve kendisine yaklaştı. ''Neden gülüyorsun öyle?''

Gözleri kara böceğin zırhı gibi gerildi ve kısa dilini dışarı çıkardı. Kafası antika saatlerdeki gong gibi kıpırdanıp duruyordu.


''İnsanlar yine soymuş sizi, ha?''

Bu sefer öyle bir kahkaha attı ki boğazından gelen o kalın tını, koyunları ürkütmüş ve bir adım geri çekilmelerine neden olmuştu. Yelesi kahkaha attığında öne arkaya sallanıp duruyordu. 


''Bizimle alay edeceğine kendine bak. Yelenin yükü bizim toplamamızdan bile fazla. Biz, en azından insanlar gibiyiz.” dedi bir başka cılız koyun. Gözleri diğer kara böcek zırhlı olandan bile daha çetinceviz bakıyordu. Gözlerinin altında yatan meydan okuma tınısını görmezden geldiğinde kalın, boz rengi yelesini arkaya savurdu. ''İşte sizin en büyük hatanız bu! İnsanlar gibi olmak istiyorsunuz. Onlar gibi yaşamak, giyinmek hatta viski içmek istiyorsunuz. Kendi varoluşunuza saygı duymuyorsunuz. Şu insanlara bir bakın. Bizden her durumda yararlanıyorlar fakat bizim elimize geçen nedir?'' derken büyük, pençeli patisiyle kaldırım taşının üzerine görünmez bir 'sıfır' çizdi. ‘Koyun' olmayı bırakın. Gözleriniz her daim cin fikirli ve ulu baksın. Zira insanoğlu kaybettiği hâlde kazandığını sanan zavallı bir mahluktur.''


Gözleri harlanan ateş gibi kendisine bakan başka bir koyun, adeta ufak bir kahkaha attı. ''Biz hâlimizden memnunuz. Bizi hiç aç bırakmıyorlar, üstelik bizi rahatsız eden şu yünlerimizden de kurtuluyoruz. Nankörlük etmeyi bırak da hâline şükret. Yoksa geldiğin hayvanat bahçesine geri dönmek zorunda kalırsın.'' Diğer koyunlar gülmeye başladığında içinden derin bir nefes aldı. Trafik yavaş yavaş açılıyordu fakat göğün o harikulade maviliğini koyulaştıran dumana nefretle bakıyordu.


''Siz, onların size iyilik yaptığını düşünüyorsunuz fakat insanlar kendi çıkarlarını gözeterek iş yaparlar. Sonra hayal kırıklığına uğramayın.'' dedi ceviz kadar gözünü kırparken. Koyunlar, kendisini adeta unutmuş gibi kendi aralarında ufak bir çember oluşturdular ve ot çiğnedikleri ağızlarını sağa sola yayarak hareket ettirmeye başladılar. Acıkmıştı. Suyunu koydukları bakır kabın üzeri sineklerin uğradığı bambaşka bir cadde gibi olmuştu sanki. Kanatları birbirine değiyor ve adeta vals yapıyorlardı. Bir süre onları izledi. 


Trafiğin açıldığı ve sonuncu sokaktan büyük bir kamyonetin hızlıca kepenklerini indirdiği bir dükkanın önünde durmasıyla dikkati dağıldı. Koyunlar, ağızlarında çiğnediği otu midelerine indirmeden duran kamyonete bakıyorlardı. Kafalarını birbirine çeviriyor ve konuşmadan ne olduğunu birbirlerinden anlamaya çalışıyorlardı. 


''Ne o? Niye bu kadar endişelisiniz?''

Yelesi bir kez daha gözünün önüne düştüğünde kahkahalarla başını yere yatırdı. Koyunlar korkuyla birbirlerine baktığında kamyonetten inen üç üniformalı adam kendilerine doğru yürüyordu. Tek sorun, kamyonun üzerinde büyükbaş hayvanların fotoğraftan taşan korkusuydu. Koyunlar, adeta çığlık atarak melediklerinde hantal ve uzun boylu orta yaşlı bir adam, koyunlardan ikisini tuttu ve ağır adımlarla kamyonete doğru yürüdü. Peşinden diğer koyunlar da sırayla kamyonete yüklendiğinde yarı şaşkın yarı korkmuş koyun gözleri kendisinden yardım bekliyordu.

“Sanırım sizi uyardığımı hatırlıyorum.” dedi pençesini diğer pençesinin üzerine atarken. 


Kamyonetin tekerlekleri yeni sıvanmış asfaltta gıcırdayarak gözden kaybolduğunda başını kaldırıp son kez koyunlara baktı ve etli dudaklarını serzenişle oynattı, ''Belki de en acı olanı kör ve sağır olmadığı hâlde bunu ısrarla sürdüren insanoğludur. Kendi ırkından yararlanıyor sonra menfaatine ters düşen bir durum olduğunda işi bitirmeye bakıyordu. Gerçekten garip.

''Gözlerini tekrar hareket hâlindeki araçlarda gezdirdiğinde önündeki su kabına baktı, dolmuştu. Ağzını büyük bir ıslaklıkla doldurdu ve denizde yüzüyormuş gibi çatallı dilini oynattı. Güneş, batmaya başlıyordu. Sanırım güneş de insanlara harcadığı enerjiyi fazla bulmuştu. Gülümsedi.