Eminönü-Üsküdar vapurunda, parmakları ‘ideal’ uzunlukta ve incelikte, dudakları da yine ince ve de güzel, sarı saçlı bir kadın hemen önümde kitap okuyordu. İnce boynu iki keskin çizgiyle üç boğumdu. Biraz kitap okudu, biraz etrafına göz gezdirdi. Sarı saçlarını atkuyruğu biçiminde güzelce topladı. Yine kitabına döndü.
Güneş vapurun sağında, tam iki kaşımın ortasındaydı. Sol sırada ve çaprazımda o, siyah mı, koyu lacivert mi tam da kestiremediğim başörtüsüyle bir kadın uyukluyordu. Hemen onun arka sırasında ise yaşı ilerlemiş hanımlardan ve birkaç üyeden oluşan bir topluluk hararetli hararetli sohbet ediyordu. Onların bulunduğu sıranın cam kenarında ise saçlarıyla ve bıyıklarıyla yaşamış olduğu yılların miktarını yaklaşık olarak yansıtan bir adam denizi seyrediyor ve belki de bu şehirde geçirdiği gençlik günlerini yad ediyordu. Kim bilir kaç defa geçti vapurla Eminönü’nden Üsküdar’a. Kaç defa seyretti dalgaları. Belki de ara ara yanında farklı kızlarla. Martılara simit de atmıştır defalarca.
Bir denize baktım, bir de sarı saçları, ince ve güzel parmakları, belirgin elmacık kemikleriyle, zarif kaşlarıyla kitap okuyan kıza baktım. Sonra başımı tekrar denizden yana çevirdim ve vapur sakince iskeleye yanaştı.
Vapur iskeleye yanaşırken, içimde tarifi zor bir huzur vardı. İstanbul'un bu kadim vapur yolculukları, şehrin karmaşasından bir an olsun kaçış sağlardı hep. Sarı saçlı kadın, sayfaları çevirirken adeta zamanın akışını yavaşlatıyordu. Onun kitap okuma şekli bile bir ritüel gibiydi; her sayfada duraklıyor, gözleriyle kelimeleri dans ettiriyor, sonra çevresine kısa bir bakış atıyordu. O anların sessizliğinde bile hayatın ritmi vardı.
Iskeleye yanaştığımızda, sarı saçlı kadının kitabının kapağını kapatıp çantasına koyduğunu fark ettim. İnce dudaklarıyla hafif bir gülümseme belirdi yüzünde. Bu gülümseme, denizin üstünde süzülen martıların huzuruna benziyordu. O an, onun gözlerinin derinliğinde kaybolmak istedim ama bir yabancı olarak, sadece uzaktan izleyebilirdim.
Uyuklayan başörtülü kadın, vapurun hareketiyle uyanıp başını hafifçe salladı. Uyku sersemliği yüzünden okunuyordu. Yaşı ilerlemiş hanımların hararetli sohbeti hala devam ediyordu; hayatın, geçmişin ve belki de gelecek günlerin hikayelerini paylaşıyorlardı birbirleriyle.
Cam kenarında oturan adam, dalgın bakışlarını denizden ayırmamıştı. Belki de hatıralarına dalmıştı. Gençlik günlerinden kalan anılarla, denizin ritmi arasında gidip geliyordu. Bir an için göz göze geldik, o anın içindeki derinlik beni şaşırttı. Onun gözlerinde, bu şehrin, bu yolculuğun ve belki de hayatın kendisinin sakladığı binlerce hikaye vardı.
Vapur tamamen iskeleye yanaştığında, insanlar yavaşça ayaklanmaya başladı. Sarı saçlı kadın, nazik hareketlerle çantasını aldı ve kapıya yöneldi. Onun peşinden gitmek istedim ama sadece onu izlemekle yetindim. Belki bir daha hiç karşılaşmayacaktık ama bu kısa yolculuk, benim için unutulmaz bir hatıra olarak kalacaktı.
Vapurdan inerken, başımı tekrar denize çevirdim. Martılar, suyun üzerinde dans ediyordu. Bu şehrin ve bu anların büyüsü, beni bir kez daha sardı. İskelede adım adım ilerlerken, içimde bir huzur, bir merak ve hafif bir melankoli vardı. Her yolculuk, yeni bir hikaye ve belki de yeni bir başlangıçtı. O gün, vapurda yaşanan küçük anların, hayatın büyük bir parçası olduğunu bir kez daha anladım.