Öldüğüm zaman karşılaşacağım cehennem bu zamana kadar yaşadıklarımdan ne kadar farklı olabilirdi? Belki de dünyanın bu denli kirliliğini taşıyamayıp, yaşamından vazgeçen insanlar cennete gidecekti. Belki de gerçekten acılar insanı güçlendiriyordu. Eğer böyle ise, güçlü bir insan olmak istemiyordum. Tüm ömrüme yetecek kadar acı biriktirmiştim. Şu ana kadar hissettiklerimi ömrümün sonuna dek unutamayacaktım. Ama içten içe hayatıma devam ettiğim sürece, acıların da benimle birlikte geleceğini biliyordum. Yazarların hayatlarını araştırıyordum. Bunu yapmak bir nebze de olsa içimi rahatlatıyordu. Çünkü hiçbiri sıradan bir hayat yaşamamıştı. Kendi hayatımın da sıradan olduğunu söylemek pek mümkün değildi. Tek bir hayalim vardı. Fakat bunu gerçekleştirecek kadar uzun yaşayabileceğime inancım yoktu. Kim bilir? Belki de iyi bir yazar olacaktım… İyi bir yazar olamasam bile bana göre, yazar, kendisiyle muhabbeti gelişmiş insana denir. Ancak kendimle yalnız kalıp muhabbetimi geliştirdikçe, yazmaktan çok ölüme olan yakınlığım artıyordu. İçimde ikinci bir ses hiçbir şeyin güzel olamayacağını söylüyordu. Bu zamana kadar edindiğim tecrübeler bile hayattan soyutlanmama yetmişti. Gelecekte belki de çok daha ağır acılar beni bekliyordu. Hiç intihar eylemini gerçekleştirmiş bir birey ile empati kurmayı denediniz mi? Kendi içimize tam anlamıyla inebilmeyi başaramamışken, bunu başarmış ya da başaramamış bir insanın bu boşlukta savruluşu, hassasiyetine yenik düşmesi, yokluğu benimseyip kendi sonsuzluğunu hür iradesi ile elde etmesi bize neden ilginç gelir? Her intihar eden bireyin intihar öncesi hissettiklerini hissetmek, her delirmiş insanın delirmeden önce neler hissedip o noktaya vardığını hep bilmek istemiştim. Çünkü intiharın bir düşünce olmadığını, o an gelene kadar duygu birikimlerinin oluşturduğu boşluklarda, günlük hayatın iniş çıkışları ve beklentileri ile yaşanılanlar arasındaki araf sürecinden sağ çıkamamaktır intihar. Ölmeyi düşünen bir insanın ölemeyeceğini, mutlu olmak isteyince olamadığını, benliğinin yetmediğini, yetemeyeceğini öğrenip sindirememektir. Yazma ihtiyacı hisseden bir insan ile intihar eden insan arasında bir uçurum olduğuna inanmıyorum. İkisi de bir nevi bulunduğu hayatın memnuniyetsizliğini, anlaşılamamanın vermiş olduğu tükenmişliği, hayal kırıklıklarını bir eyleme dökmek istemektir. Bazıları yazarak, bazıları ölerek bunu gerçekleştirebilir. Bu nedenle yazmak da benim için bir nevi intihar, çünkü içimdeki sonsuzluğa ulaşabilmenin anlatmaktan geçeceğine inanıyorum. Gündelik hayattan uzaklaşıp neden bunu gerçekleştirmek istediğime anlam veremeyeceksiniz. Bir gün yazdıklarımdan emin olabilirsem şayet, size ulaşmak isteyeceğim. Hissettiğim sancıların, yeryüzünde bir tek bana bahşedilmiş olmadığına eminim. Bir yandan anlaşılmanın bir anlam ifade etmediğini, bir yandan ise anlaşılmak dışında hiçbir şey ile tatmin olamayacağımı hissediyorum. Nilgün Marmara'nın intihar mektubundaki ''Her anın niyesini sorgulayan bir varlığın saygısızlığını yok etmek için kararlaştırılmış bir eylem bu!'' cümlesinin anlamında ezildim. Fakat her anın nedenlerini sorgulamak olması gereken değil midir? Her anın, her eylemin bir anlamı yok mudur? Bu sorgulamanın hayatı nasıl da katlanılmaz kıldığını, insanın aklının bir köşesine usulca ölüm fikrini yerleştirdiğini çok iyi biliyorum, çünkü hissettim. Fakat ben ölmek değil, yazmak istiyorum. Belki de bir gün ulaşacağım birileri olacak. Onlara, kaçmak değil, kendi savaşına yenik düşmemek için mücadele etmeleri gerektiğini, düşünmekten kaçıp, gündelik hırslar, sahte mutluluklar ile yaşamlarını sürdüren insanlara durmaları ve düşünmeleri gerektiğini anlatmak istiyorum. Belki de yine başarısız olacağım, umurumda değil. Her eylem bir anlam içerir, bu benim eylemim!