Saçları mı siyahtı yoksa içinde küllenen yangının kalıntılarından mıydı esmerliği?
Kadın, kendiyle ilgili hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Her yer çok uzaktı ona. Salacak bile. Burası neresiydi hatırlayamıyordu. Denizin ortasında yükselen o kulenin bir anlamı olmalıydı. Bir şeyler olmuştu o kulede, önemli bir şeyler, belki yangınlar çıkaran, belki külleyen, belki zamanı durduran ya da zamansızlığa mahkûm eden kadını. Ama önemli bir şey. Hatırlasa, bir hatırlayabilse…
Bir isim geliyordu aklına ama hiçbir şey çağrıştırmıyordu. Bir isim sanki yıllarca, asırlarca uzaktan geliyordu ve artık duyulmaz olmuştu. Kadın gözlerini kapadı böylelikle kulaklarına daha fazla çaba sarf edebileceğine inandı. Birden ses kendine geldi sanki toparlandı, yankılanmaya başladı kulaklarında, hem de nasıl. Şehirlerarası otobüs terminalinin heyecanlı, telaşlı ve kaypak gürültüsü bile silindi birden. Otobüsler sabitlendi, muavinler ve çığırtkanlar ağızları bir karış donup kaldılar. Kışla’daki askerlerin postalları yürüyüş kararını tamamlayamadın dondu havada. İsmi duydu kadın hem de tüm berraklığıyla.
İsim beyninde yankılandıkça olaylar da boğazın sularında saklanan denizaltının içinden dalga dalga açığa çıkmaya başladılar. Önce geceye büründü dünya. Bir kadın görüntü geceye inat göz kamaştıran bir pırıltıyla kulenin penceresinde. Dolunay ilk defa gelmedi beklendiği yere, belki geldi ama kimse görmedi. O kadar parlaktı ki camdaki kızın teni, başka bir ışık görülemezdi zaten. Dolunay küskün bekledi sonraki ayın gelmesini, yalnız bir ara bulutların arkasından kaçamak bir bakış gönderdi kıza. Kız daha bir güzel oldu o zaman. Dünya kadar, ay kadar, belki Salacak kadar.
Kız tam “dünyaya bu kadar güzellik yeter “ dediği anda, bir bakışla karşılaştı. Öyle bir bakış ki devasa depremlere neden olabilecek, öyle bir bakış ki yangınlara çanak tutabilecek, öyle bir bakış ki güzelliğine hayran kızları yerle yeksan edebilecek.
Kıvılcımlar kasıklarından başlayıp beynine tırmandı kızın. Aşk buydu belki, belki de değildi. Ama aşkın bu olmasını diledi kız. Aynı anda pencerenin önünde, adam da tıpkı kızın hissettiklerini hissediyordu. Aynı kıvılcımlar, aynı yerlerde…
İlk sevişmeleri her şeye değerdi. Kule boğazı dolaşmıştı o gece. Kule her şeye tanıktı o gece. Kule her şeydi o gece.
Mermer gibi bir tende dolaşan ateş gibi dudaklar. Bir birine çok yakışan ve her an alev alabilecek iki beden. Erkeğin onurlu başından dökülen ve kızın bir avuç göğüslerine düşüp buharlaşan ter damlaları. İç içe geçmiş iki kişi, bir olmuş, ateş olmuş, kan olmuş iki beden.
İsim kendini artık kabul ettirmişti kadına. Artık yeri sabitlenmişti. Kadının beyninin en uç noktasına yerleşmişti. Çıkmayacaktı. Çıkmadığı gibi bir sürü de anı takacaktı peşine. Kadın hatırladıkça hatırlıyordu. Artık her şey denetimden çıkmıştı. Kadın hatırladı. Bir fırtına, bir kasırga, dalgalar, toz toprak, kan revan…
Adam;
— Sıkıldım, dedi.
Fırtına böyle başladı işte. Kulaklarındaki uğultular bir an için unutturdu kadına duyduklarını. Fırtına dindi sandı kadın. Bir kez daha tekrarladı adam. Kasırga o zaman çıktı işte. İnanmadı kadın duyduklarına. Bunu söyleyen kimdi hatırlamadı, kime söylenmişti hatırlamadı, neden söylenmişti…
Adam;
— Bu kadardı, dedi. Bir öykü daha bitirdim. Son sayfayı çevirdim. Yeni bir öykü bulmalıyım, yeni bir öykü olmalıyım.
Bu kadardı. Adam bir daha konuşmadı. Döndü, döndüğü gibi yürümeye başladı. Vapur iskelesine doğru kayboldu gitti. Bir daha haber alamadı kadın ondan. Birkaç kez kitapevlerinin önünden geçerken sadece. Başka öykülerdeydi adam. Aynı öyküde kısılıp kalmıştı kadın. Dalgalar o zaman gelmeye başladı işte. Adam arkasını döndüğünde. Kadın azgın dalgalara dönüştü, adama yetişti ve onu kollarının arasına alıp, alabildiğine sıktı. Son nefesine kadar. Sonra öptü adamı, dalga dalgaydı kadın. Dalgalandı adam da. Kadın kendinden umulmayacak bir kuvvetle adamı denize bıraktı. Ve el salladı giden vapurlara da veda sayılabilecek bir edayla.
Adamın arkasından bakakaldı kadın. Düşündüğü hiçbir şeyi yapamadı. Dalgalar yoktu belki ama gözlerinden akan yaşlar karıştı boğazın sularına. Bir an için hisarlar su altında kaldı. Ama yalnız bir an.
Kadın, tekrarlamaya başladı ismi. Dudaklarına bulaştı isim. Dudaklarını ısırdı kadın. Daha önce bir tek adam ısırmıştı dudaklarını. İsim boynundan aşağı doğru süzüldü. İki göğsünün arasındaki o enfes yolda yürüdü. Daha önce bir tek adam yürümüştü o yolda. Karnına dokundu isim. Kadın titredi. Kasıklarına doğru indi isim. Titreme bütün vücudunu sardı kadının. Daha önce bir tek adam inebilmişti oraya. Kadın, denizin ortasındaki kuleyi tam cepheden gören bir banka bıraktı kendini. İsmi aldı, tekrar dudaklarına koydu.
Salacak’ı hatırladı kadın.
Kuleyi hatırladı.
Adamı hatırladı kadın, yaşattıklarını da.
Hatırladı kadın.
Son bir kez denize baktı kadın. Yenikliğin yangınını söndürür diye dalgalar. Ama biliyordu, dalgaların umurunda olmazdı fanilerin canını yakan yangınlar. Ne yangınlar görmüştü deniz. Bazılarını kıyıya uzanıp seyretmiştir mehtapla seviştikten sonra, bazılarını yaşamıştı, zira tam karnında çıkmıştı yangın erken doğan bir çocuğun acemiliği ve aceleciliğiyle. Ama öyle ya da böyle her yangının bitişine şahitti deniz. İlk kıvılcımdan itibaren görürdü son dumanların tütüşünü.
Kadın son bir kez denize baktı. Deniz son bir kez kadına… Aşkı gördü kadın denizde ve sarılmak istedi aşka. Ve sarıldı. Deniz sımsıkı sardı kadını. Bir daha bırakmamacasına. Kadın terk edilmeyeceğini biliyordu bu kez. Sonsuz aşka kavuşmuştu. Yangınlar dinmişti. Son anda kadın, ismi saldı dudaklarından. İsim kulenin tepesinde asılı kaldı, gözleri denizle sevişen sevgilisinde. Haykırdı ses duyulmaz olana kadar: Leandros