Koyu bir aldanış sandığım gece suskun

Artığıdır gece dile gelmeyen uğultunun

İstenen bir cevaptır nebilerin vaatlerinde

Ve son kalesidir aklı bunaltan korkunun

Bense elleri eskimiş bir askerim geceleri

Tüfeğimde gözyaşıyla paslanmış mermi

Azığımda bulgur aşı ve aspirin iğnesiyle

Beni hain sayan kavganın ensesindeyim

Öyle ki adına hayat denen çilenin lekesi

Silinmedi çürüyen ruhumun kumaşından

Benden hiç vazgeçmedi ölüm düşüncesi

Dişleyerek kabuk tutmaz etimi her gece

Ve sonra defalarca öperek af dilercesine

Beni mağlup

Beni meczup

Ve mahcup etti

Bu yüzden bir türlü aklayamadım kendimi

Benim bütün suçluların yegane temsilcisi

Sofradan karnını doyurmadan kalkanların

Karna taş bağlamayı öğünden sayanların

Yalnızların, aldanıp yüzüstü bırakılanların

Gücüm olsaydı alırdım sana o ayakkabıyı

Diyen babaların

Demekten korkan babamın

Suçlayacak düşmanı yalnızca ben varım


Gocunmadım

Ne ilmeğe dost dedim hüküm verildiğinde

Ne de yazdım bir amentü, yoldaş aradım

Öyküm sona ermeden kalemi kıranların

Hedefe kavuşmadan yoldan sapanların

Tufanına boyun eğmeden rabbe sığındım

Dehşetli bir yangın büyürken kursağımda

Havsalamda solarken ömrümün çiçekleri

Beni hevesle kuşatan hedefe bağlı kaldım

Her fırsatta adım karalanırken kahvelerde

Küfre bulanmadan anılmazken hatıralarım

Savaşmaktan gayrı elimden ne gelecek ki

Vaat edilmiş vatan için diyerek

Gasp edilmiş iman için diyerek

Kof bahanelerle ateşlemek mermileri

Ceset biçen füzeleri toprağa serpmek

Cihat çağrısıyla uyanmak

Can korkusuyla yaşamak

Ölüm ilanlarında ahbap aramaktan başka

Elimden ne gelir ki

Oysa ben ölümü yalnız sinemada gördüm

Sahne kararır, perde çekilir, evlere gidilirdi

Bilmezdim gasilhanede sessizce ağlamayı

Mezarı derin kazmanın amacını bilmezdim

Biraz kumaş derdi imam, tabutun iki arşın

Sefaletinse bahar gelince tek hatırladığın

Gözyaşın katran kokuyorsa suya bakınca

Kararınca uykun tere bulanıyorsa yastığın

Ruhun temiz kalmışsa yetmeli derdi imam

Vazgeçme sakın


Vazgeçersem kendimi mağlup sayarım

Mendile bulaşan kanın vahşi kokusuna

Müezzinlerin sesine kök salan kuşkuya

Paçamı kaptırdığımı sanır

Yüreği seyrelmiş bir asker gibi cephede

Yaslanır paslanmış tüfeğime

Geceleri eskiyen ellerimle

Geceleri sessizce ağlarım


Kendimi her cinayetin maktulü sayarım

Kararmış etime halk ekmeği, kumanya

Kanımın pıhtısına bengi su denmelidir

Hayalim pişmiş aşı pay etmekse halka

Yıkmaksa zalimlerin tahtını yurdumda

Bulutları okşamaksa ulaşıp gökyüzüne

Öpmekse yareni saçı ayrılıktan ağaran

Besleyip semirtilen kurtlara, patronlara

Bir daha, yemin ederim, bir daha asla

Geçit vermeyeceğim


Ben her acıyı mutlak bir yerden tanırım

Firkateynlerin öd koparan savaş borusu

Panzerlerin ezdiği çiçeklerin korkusuyla

Eriyip gittiğinden beri baharım

Kalmadı kutlanacak bir yortusu azizlerin

Gölgesi düştüğünden camilere füzelerin

Mihraba pislediğinden barış güvercinleri

Kan sızdı dualarıma okuduğum geceleri

Memleket özlemi, esaretimiz, taş ağıtlar

Gibi dualar yanılmakla yoğrulan aklımın

Dualar boyasız, sıvasız evinde halkımın

Halkım, acı tatlı imtihanım, kıyamadığım

Zamansız bir davayı paylaştığım halkım

Kovulmuş hahamların

Yorulmuş papazların

Vurulmuş imamların

Ensesindeki urganları yakından tanıdım


Göçmensem göçtüğümü elbet saklarım

Yıllarım hor bakışların gölgesinde geçti

Yangınlara sebep gösterildim sevinince

Sen gülünce bulutlara bir fenalık geliyor

Eksik dişin ölümün müthiş kuşları dendi

Taşlarımın taşları vardı avcumda sıcaktı

Avuçlarım yandı, taşlarımın yanası vardı

Taşlarım vardı recmetmek için inkarcıları

Taşladım öldürmek için, öldüresim vardı

Taşlarım vardı dişlerim gibi eksik, sıcaktı

Son taşı kendimi öldürmek için sakladım

Taşların beni öldüresi vardı

Zabıtlara geçti adım okunaksız

Nankör, sefil ve inkarcı

Gazeteler beni katil diye yazdı


Yine de eksik değildir yanağımda sevgi

Yüzlerce, binlerce kardeşim var benim

Eksilmemiştir vicdanı fabrikalı işçilerin

Buğday biçerken veyahut çivi çakarken

Şafak vakti uyanıp yürürken şantiyelere

Duvar dikerken, pamuk taşırken terziye

İşçilerin kömür sökerken

Yüzüm kadar kara toprağın koynundan

Ruhu kadar temiz vicdanı hiç eksilmez

Eksilmemiştir

Ve kardeşlerim

Yani onlar şafağı omuzlayan kalfalar

Tulumunda güneşler taşıyan çıraklar

Ayrılığın en olağan hâline benzeyen beni

Gün sayılan kavuşmalara uzak olan beni

Muhbirlere, patronlara rağmen sevmiştir

Ben bu yüzden cesurca güzelim geceleri

Geceler güzel ve serindir yansıtırsa beni


Fakat vazgeçmez yatağımdan cesetler

Ordular, suçlu tüfekler, kurşun askerler

Ruhuma yuvalanmış kızılca kıyametin

Sevdiğim kanserli cesedin izi silinmez

Sürekli dişlediğim derimden akan tabut

Ceviz tabut pahalı bir hediyedir cenaze

Yakılmaya günah diye bakılan ülkemde

Kabuğu üzerinde bir yaradır mezar taşı

Öyle mahzun

Öyle mahcup bir yaradır

Hayalimin mezar taşı üşüyen göğsümde

Sürekli tırnaklanan etimden akan mazot

Avcumun sıcak taşlarına değince yanan

Kan değil mazot

Kan olsaydı keşke akan

En azından kabullenirdim yaşlı gövdemi

Çünkü ben aklım ermemişken yaşamaya

Bir cesedi ceset yapan nedir merak ettim

Sımsıcak bileğimde tapınaklar inşa ettim

Çılgınca merak etsem de ölümün çehresini

Bileğimden gün boyu sızana kan demedim


Çünkü kan dökülmüştür çoktan

Bakır saçlı yüce kahramanlar tarafından

Onlar kazınırken mermerden destanlara

Beni hain

Beni tiran

Ve firavun diye yazdılar

Bu yüzden temiz bulmaz gömleğimi Yakup

Yas tutar Yakup çünkü budur onun görevi

Oruç tutar belki günlerce, senelerce belki

Gelmez aklının en narin yerinde gizlediği

Adını hatırlamaya dahi kıyamadığı Yusuf

Çünkü sona ermedi henüz işgali Mısır'ın

Dar palaskalar ve paslı tüfeklerin işgali

Artık peygamber yetişmez orada, yazık

Ben ise buna rağmen güzelim geceleri

Geceler güzeldir ben öldüğümden beri


Güzelim kör edecek, çıldırtacak gibi güzel

Gizlediğimden kusurlarımı karaya uzanan

Canımı acıtan halkın kindar bakışlarından

Memesi kanserlenmiş ölüleri sevdiğimi

Alnından kurbağa sızdıranları sevdiğimi

Ve hatta

Bir cam kesiğini senelerce emzirdiğimi

Halkımdan gizlediğim için hâlâ güzelim

Onlar hurafeyle yıkanan çaputlar gibidir

Rengi renk gibidir, yemin ederim

Kumaşıysa tam bir kumaştır şüphesiz

Bir eksiği yoktur yani, asılmaya müsaittir

Eskiyen bir fikri

Çürükleri sızlayan fikrimi

Ezilmiş meyve denip iğrenilen hürriyeti

Anne bilen benim gibi ölümle kardeştir

Ölüm bizler için kara bir kabus değildir

Halkımın hürriyeti içinse savaş

Bana göre telli duvaklı gelindir

Şenliktir


Gözümün kıyısında korkunç bir çapak var

Kavgayı hatırlatan bakışları dul kadınların

Ekmeği özlemenin katlanması güç ağırlığı

Eskileri giymenin pişmanlığı bayramlarda

Yırtık ayakkabıya muhtaçlığın keskin acısı

Bunlar koca bir çapaktır gözümün ucunda

Peki söyleyin bana bu çapak neden var ki

Reddetmek miydi benim suçum bu çağda

Babaları ağlatan aman bilmez yoksulluğu

Aç yatılan günlerde beni nefesim kesilene

Gözlerim seğirene kadar alçakça ağlatan

Olanca nefretime layık yoksulluğu

Kabul etmedim, ettiğim gün gelmeyecektir

Çünkü aklımdadır hâlâ annemin her gece

Babamın canı yandıkça anımsadığı yemin

Lâ ilâhe İllallah, Muhammeden Rasûlullah 

Gelir mi bu sözden daha edilesi bir yemin

Sanmam, hiç sanmadım bu zamana kadar

İnandım, inancım yalnız inanacak kadardı

Zaten umsaydım böyle bir ihtimal doğacak

Hain ve düşman ve pek tabii kafir ilan edilir

Taşlardı beni önceden taşladığım inkarcılar

Suçumdan beni aklayacak kanıtlar sunmak

Annemi ahiretiyle sınamak

Babamı küstürmek olurdu

Bu yüzden avcumdaki yemini unutamam

Her yemin sıcak ve eksiktir

Kurtulamam yüzüme sıçrayan çamurdan

Bu çamur serin ve güzeldir


Bu yemindir beni çırpınmaya mecbur kılan

Denizin kirli, bulanık yüzünde boğulmadan

Suya küsüp şehirleri özleyerek

Savaşımın hiçbir cephesinde vurulmadan

Kan kusup geceleri şehadet getirerek

Çabalamaktır babamdan miras kalan

Miras dediysem

Çatılmasın kaşlar, memurlar uyanmasın

Bir tütün kesesi, kilosu on liradır tütünün

Ödünç paltosunun dikişleri sökülmüştür

Sıvası dökülmüş evi haczedilmiş bütün

Ödemediği faturalar, mahcup bir kazan

Lekelenmiş bardaklar

Kulpu kırık bir tencere

Sade su kaynattığı için utançla kızaran

Onurunu ifrit gibi kurcalayan alacaklılar

İşte bu kadar

İşte bu kadar yaşamış olmanın mükafatı

Islansa ağlamanın

Yakılsa unutmanın

Hatırı kalır diye saklanmış matem çadırı

Laf olsa da torba doldurmayan taziyeler

Zehir gibi helva

Zehir gibi sular

Zehir gibi şerbet

Ölüm bir zehirdir ben ölmedikten sonra


Ben gömüldükten sonra kara toprağa

Hatırlansa adımın yadsınamaz anlamı

Feda olmaya değer bir ayet bulunabilir

Hiç olmazsa affedilir

Erkenden toprağa verilen

Tepeden tırnağa yamalı eksik bedenler

Öğretilir savaş sanatı sabi yetimlere

Annelere kundağı motorlu obüsü

Babalara rıza gözetmeyen ölümü

Anlatabilirim yeterse cesaretim

Ve özlemi kovabilirsem eteğimden

Hatıra denen iblis çökmez enseme

Nefretim diner bu riyakar çözümle

Yine de yarım kalmış bir hikayenin

Vebalini taşıyamaz

Hiç kimse


Şefkate uğramamış dudağımı ıslamazken

Frenginin kararttığı, ince hastalıklı bulutlar

Ellerimi ısıtmazken aşkın ince mavi tüyleri

Isınmazken intihara ayırdığım eksik taşlar

Kendi ruhumdan başka sığınacak bir yuva

Bulamadım yalnızlığa alıştığım güne kadar

Bulmak istemedim zaten şüpheli bir kucak

Yüreğime yavan bir iman aksın istemedim

Terk etmedim cepheyi zafer yakınken

Ateşledim yalnız masumsa mermileri

Lâ Havle ve Lâ Kuvvet

Affettim paslanmamış katil tüfekleri

İllâ Billâhil Aliyyil Azîm

Bendim inkar etmese de vuran Habil'i

Taşlarımın onu öldüresi vardı

Benim kardeşçe öldüresim vardı


Sevesim vardı

Kuyusundan bile kovulduğum kentlerimin

Suyunu bulandıran şehvetiyle bir fahişeyi

Ve onun eskimiş elleriyle çizdiği resimleri

İzi kalmasın diye yaktığı

Bana göstermeye utandığı resimleri

Sevesim vardı

Taze ekmeği kumruya anlatan dilencileri

Öldüresi olsa da bir şairin bütün köylüleri

Kara sinekleri aslında sahici yanı ölümün

Bir ölünün nedense hep ölü kalan tarafını

Sevesim vardı

Bu bir utanç sayılırdı kan tüten sokaklarda

Yarasanın kanatlarında diye söylendi ölüm

Gündüzleri alamazdı benden kardeşlerimi

Gündüz izin vermedi hiç ölmesine bizlerin

Geceyi beklerdim gündüz ölmezdik çünkü

Geceleri tabur gibi uygun adım mezarlara

Mezarlara sığmak için sarıldığımız olurdu

Taşlarımın bize yettiği olurdu

Sıcaktı

Üşüyorduk

Taşlarımın öldüresi yoktu

Çünkü zaten ölüyorduk